18 Haziran 2010 Cuma

İşyerinde Mutlu Olmanın Yolları

İşyerinde Mutlu Olmanın Yolları
Zamanın değişmesi ile kişiler de değişmeye çalışıyor; kendi yaşam ve çalışma tarzlarını da yeni sistemin birer parçası haline getirmek için çaba harcıyor.


İşyerinde Mutlu Olmanın Yolları
Uzman İş ve Organizasyon Psikoloğu E. Selin Uçal, bu süreç içinde boğuşurken; mutluluğu yakalayabilmek için bazı tavsiyeler sunuyor:

Motivasyon başarının anahtarıdır:

İnsanın kişisel motivasyonu anlama anahtarı, o kişiye enerji veren aktiviteler; kişiler; yerler ve ortamlar içerisindedir. Örneğin, bir sistem analizcisinin ekip çalışması ile başardığı bir buluş, onun motivasyonunu devamlı kılan anahtardır. Ancak, patronu ve çalışma arkadaşları veya bulunduğu ortamın değişikliklere direnç göstereceğini hissederse, bu kişi her üç veya dört senede bir, kariyerinde değişiklik yapar ve her yeni işte kendisini daha enerji dolu, şevkli hisseder.

Başarı için çok çalışmalı:

Herhangi bir küçük fark yaratmak için bile hazırlık ve çok çalışma gerekir. Bill Gates başarıyı yakalamadan önce bir bilgisayar kurdu. Micheal Jordan çok büyük bir basketçi olmadan önce lisede çok çalışkan bir atletçi idi. Bu her iki insan çok zenginler ancak ne çok çalışmaktan ne de başarısızlıktan dolayı hiç yılmadılar. İhtiras başarının içinde bir faktördür ancak ihtiras tek başına yetmez, ciddiye alınmayan rüyalar, hayal kırıklıkları veya hak ettiği halde başarıyı yakalayamama hissi, başarıya giden yolun engelleridir. Herhangi bir yatırım, zaman ve para harcamadan doğrudan ödüle ulaşmak güzel bir şey, ancak bir uzmanın söylediği gibi “Suyun üzerinde yürümek bir günde öğrenilmez.” Her gün küçük kazançlar veya ödüller elde etmek, büyük ödülü hedeflemekten daha doğru olacaktır.

Hayal kur ve takip et:

Misyonlar, mükemmelliğe giden yolun değerleri veya rüyalarıdır. Zirveye çıkanların iş hayatında onları farklı kılan unsurlar araştırıldığında tümünde hayalleri doğrultusunda gitmek ve hayallerine inanmak olmuştur.

Kendinizi ve yeteneklerinizi takdir edin:

‘Multiple Intelligences’, çeşitli zekâlar konusunda yapılan araştırmalar, insan potansiyelini daha iyi anlamayı kolaylaştırmıştır. Toplumun geleneksel ve analitik yeteneklerine karşılık daha iyi geniş vizyonla lingustik (dil), müzik, kas, duygusal, kişisel ilişkiler, içgüdüsel zekâ konuları irdelenmiştir. Kişinin kendisini ve yeteneklerini anlaması, o kişinin sahip olduğu potansiyel kariyer vizyonunu genişletir. Çoğu yetenekli insan sahip olduğu tüm kabiliyetlerini kullanmaz, ancak yeteneklerini ortaya çıkarmaya karar verdiğinde; ilerideki kariyer yoluna büyük katkıda bulunabilir.

Kendinizi yönetin:

Zekâ ile başarının doğrudan bir ilişkisi yoktur. Çok zeki olmayabilirsiniz, ancak kendinizi iyi yönetirseniz, çok başarılı olabilirsiniz, elbette bunun içerisinde; duygularınız ve davranışlarınızla iyi bir ilişki geliştirmek de olmalıdır.

Ölçülebilir riskleri alın:

Kurallar bize tehlikeler karsısında tedbirli olmamızı öğretir. Rekabet ortamının olduğu bu dünyada iyi bir kariyer yapmak için bazı riskleri almaya istekli olmanız gerekir. Ancak gerçek tehlike ile fanteziyi ayırmak gerekir. Risk almadaki başarının anahtarı, risk toleransını bilmekten geçer, bunu da yapabilmek için karar verirken en kötü senaryoyu düşünerek muhtemel potansiyel zararlar hesaplanmalıdır. Başarısız olma riskinden dolayı risk almayı denememek, hata yapma riskidir. Arşimet dünyayı hareket ettirmek için iki nesnenin gerektiğine inanmıştı. Bir sopa ve bir dayanak, sopa sizsiniz ve dayanakta sizin kişiliğiniz, yeteneklerininiz ve ilgi alanlarınızın bileşkesidir

16 Haziran 2010 Çarşamba

İş hayatında 40′lı yaşlar krizi!

İş hayatında 40′lı yaşlar krizi!
Posted by Zeynep | Posted in Hürriyet İK Yazıları | Posted on 13-01-2010

Sürekli duyduğumuz ekonomik kriz ve orta yaş krizinden başka, çalışanları ilgilendiren bir kriz daha var. Mid-career crisis olarak geçen, Türkçe’de tam karşılığı bulunmayan fakat 40’lı yaşlar krizi olarak nitelendirilebilen bu kriz, kariyerinde belli bir yere gelmiş kişileri vuruyor. İş, aile derken belli bir yaşa gelen çalışanlar, bir gün frene basıp ’acaba istediğim bu muydu’ diye sorgulamaya başlıyorlar. Bazıları mesleği aile baskısıyla seçmiş, bazıları da gençken verdiği yanlış kararlar nedeniyle istemediği, sevmediği bir işi yapmak zorunda kalmış.
Yıllar geçtikçe bu meslek bir yük haline gelmiş ve taşınamaz olmuş. Bu döneme girenlerin yapması gereken birkaç temel şey var. Önce sorunun kaynağını bulmak, sonra da hem kendinin hem de çevresindekilerinin mutlu olacağı bir çözüm yoluna gitmek.
İş hayatının bazı temel dönemleri var:
İş için hazırlık dönemi: Kişinin güçlü, zayıf yönlerini, yaşam tarzı ve değerlerini, mesleğin gereklerini uyum içine sokma sürecinin olduğu dönem.
İş hayatına giriş dönemi: İş hayatının beklentilerinden farklı olduğunu anladığı ve hayal kırıklığına uğradığı dönem.
İlk kariyer: Kişinin kendini kabul ettirme ve başarı elde etme aşaması olan dönem.
Orta kariyer: Kariyerin ve yaşam yönünün yeniden değerlendirildiği dönem.
Son kariyer: Çalışanın iş hayatından ayrılacağı dönem.
Bizim ele alacağımız dönem ise orta kariyer, hatta sadece orta kariyer değil, 40’lı yaşlar krizi adı verilen sıkıntılı bir dönem. Bazı insanlar için aşırı iş ve düşük maaş 40’lı yaşlar krizinin temel nedeni. Diğer nedenler de motivasyon eksikliği ve zorluklar olarak gösteriliyor. Nedeni ne olursa olsun bu krizi atlatmanın en iyi yolu bazı temel değişiklikler yapmak. Bu şekilde bakıldığında yaşanan kariyer ikilemi, olumsuz durumu olumlu hale çevirmek için bir güç olabiliyor.

Yanlış meslek seçimi
40’lı yaşlar krizi genelde orta yaşlarında olan çalışan kişilerin kendi kariyerlerine bakıp tatminsiz olduklarını farketmeleriyle başlıyor. Eskisi gibi yaptıklarınızdan keyif almıyorsanız, işe aynı hevesle gitmiyorsanız, sorumluluklarınızdan kaçıyor ya da sorumluluklarınızı hiç yerine getirmiyorsanız, depresif bir ruh halindeyseniz 40’lı yaşlar krizindesiniz demektir. Türk toplumunda bu kriz çok yaygın. Sebepleri de değişik. Bunlardan bir tanesi çoğu kişinin çevre baskısından dolayı ’popüler’ olarak kabul edilen meslekleri seçmesi. Nedir bu meslekler? Mühendis, doktor, işletmeci… Ailelerin her zaman çocuklarının olmaları istediği meslekler yani. Bilerek ya da bilmeyerek çocuklarını bu meslekleri yapma konusunda zorluyorlar. Benim oğlum mühendis olacak, benim kızım doktor olacak da yaşlandığımızda bize bakacak… Tabii toplumsal olarak cinsiyetlere yüklenen meslekler yüzünden istediği işi yapamayanların sayısı hiç de az değil. Psikoloji okumak isteyip de erkek adam psikolog olmaz diyen bir aile yüzünden işletme okuyan ve bu işi yapanlar, benzer bir durum olarak erkek adam dansetmez ya da kadından şoför mü olurmuş diyerek sevdikleri, yapmak istedikleri mesleklerden uzaklaştırılan çok insan var.

Aile baskısı kriz nedeni
Çalışanları 40’lı yaşlar krizine iten bir başka neden ise sınav sistemi. Birçok genç üniversite sınavından sonra tercih yaparken değişik bölümler yazarak listelerini doldurmaya çalışıyorlar. Bazen de bu listelere nasıl olsa buraya giremem diye düşünülerek yazılan bölümler giriyor. Veya aile, çevre baskısı nedeniyle istemediği branşları yazıyorlar. Sonra bir bakıyorlar ki doktor olmak isterken mühendislik diplomasını almışlar. Yılların birikimi, isteksizliği ve memnuniyetsizliği büyüyor ve kişiyi bunalıma sokuyor. Bazen de 40’lı yaşlar krizini yaşayan kişiler seneler boyu aynı tarz işi yaptıklarından ya da iş imkanlarının kısıtlılığından dolayı iş değiştirmediklerinden mutsuz bir şekilde çalışmaya devam ediyorlar. Bu da onları zaman içinde bunalıma sokuyor.

İş Psikoloğu Selin Ucal, mavi yakalılarda en çok karşılaştığı noktanın işten memnun olmadıkları halde ’ekmek parası’ nedeniyle çalışmak zorunda kalmaları olduğunu söylüyor. Genelde her zaman yaşadıkları bu bunalım ya da kriz özellikle orta yaşlara gelindiğinde kendini daha da fazla belli ediyor. Çünkü hayatlarında yaşanan koşuşturma, yaşam tarzı, aile kurma, çocuğu büyütme derken herşeyin oturması kırklı yaşları buluyor. Hayatlarına dönüp baktıklarında ise ailelerini kurmuşlar, çocuklarını belli bir yaşa getirmişler. Kendilerini dinlemeye, kendilerine vakit ayırmaya ancak zaman bulmuşlar. Ucal, kariyer krizi yaşayanlarla ya da kendisine bu nedenden dolayı gelmiş kişilerle yaptığı terapilerde yaşadıkları krizin ya da bunalımın sadece kariyerlerinden, işlerinden kaynaklanmadığını, yaşadıkları başka türlü mutsuzlukları işlerine bağladıkları sonucunu çıkarttığını söylüyor. “Mesela kişi mutsuz bir evlilik yaşıyor ama bunu kabul etmiyor, işine yansıtıyor ya da çok sevdiği birini kaybetmiş, fakat bu olumsuz durumu kariyerine yansıtıyor olabilir. Yani neden ve niçinleri iyi irdelemek ve kişilerin tüm hayatına ayna tutmak lazım.”

İşine olan ilgisi azalıyor

Ucal, 40’lı yaşlar krizi/bunalımı yaşayan kişilerde genelde yaptıkları şeyin içinde bulundukları durumun neden ve niçinlerini iyice araştırdıktan sonra kişiye iş hayatına dair yeni hedefler, amaçlar kazandırmak, yenilikleri, farklı opsiyonları araştırarak şu anki hayat şartlarına en uygun en iyi seçenekleri görmelerini sağlamak olduğunu söylüyor.
Önce işine bakışta negatif düşünceler sonra sabahları işe zorla kalkıp gitmeler, işi düşündükçe hiçbir heves mutluluk hissetmeme… Bunlar dönem dönem görülebilecek şeyler olsa da bu tip hisler, düşünceler zaman geçtikçe artıyorsa, işteki yaratıcılık, ilgi ve alakada azalma varsa, ek olarak iş ortamında kendini kötü hissediyorsa bunlardan 40’lı yaşlar krizi yaşadığı sonucu çıkarılabilir. Böyle durumlarda kişinin işi ve hayatını tekrardan değerlendirmesi gerekiyor.
Krizin üstesinden gelmek için öncelikle sorunun masaya yatırılması ve detaylı olarak ele alınması gerekiyor. Bunu yaparken de uzman bir kişinin desteği, objektif bir bakış açısı yakalamak için yardımcı olacaktır. Sonrasında kişinin ne yapmak istediği belirlenmeli. İşini mi değiştirecek yoksa işiyle ilgili farklı bir yapılanmaya mı gidecek? Şu anki yaşantısına, bilgi, beceri ve tecrübelerine uygun iş imkanları neler? Bu gibi soruların cevaplarını bulmak, plan program yapmak, iş hayatına yönelik yeni hedefler koymak bu durumun üstesinden gelmeyi kolaylaştıracaktır. Bir başka önemli konu ise kişinin yaşadığı durumun gerçekten 40’lı yaşlar krizi mi yoksa hayatındaki bir mutsuzluktan dolayı yaşadığı bir depresyon hali mi bunu belirlemek gerekir.

Vaka örneği
43 yaşında bir erkek. Aile işinin başına geçmiş. Yurtdışında işletme okuduktan sonra ailesinin baskısı ile mezun olur olmaz aile işleri olan tekstil alanında çalışmaya başlamış. Sürekli işe gitmemek için bahane uyduruyor, işe gitse bile odasına kapanıyor, kimse ve hiçbir işle ilgilenmiyor, ilgilense bile yanlış kararlar alıyormuş. Bunlar da yetmez gibi birlikte çalıştığı akrabalarıyla da sürekli tartışma içine giriyormuş. Tabii bu durum eşi ve çocuğuyla olan ilişkilerine de yansımış. Sürekli mutsuz, depresif, hayata ve çevresine karşı agresif bir tutum içinde olan bir adam haline gelmiş.
Terapilerde sorunun tüm detaylarını konuşmuşlar, ’eğer aile baskısı ve işi olmasaydı ne yapmak isterdi’ konusunu ele almışlar. Adam hayallerini anlatmış, birlikte kişilik yapısını irdelemişler, hayattan beklentilerini ve sorumluluklarını derinlemesine konuşmuşlar. Böyle bir konumda olan birinin hassas olduğu birkaç nokta var. Aile işinin içinde olması nedeniyle ailevi ilişkilerin önemi. Birlikte iş yaptığı akrabalarını yüz üstü bırakmama isteği. Bir diğer konu da evli ve okul çağında olan bir çocuğu olması nedeniyle onlara şimdiye kadar yaşattığı yaşam standartlarının değişmesinden korkması. Psikoloğu ile yaptıkları seanslar sonrasında avukat olmak istediği ortaya çıkmış. Etrafındakileri kırmadan, incitmeden kendi hayalini nasıl gerçekleştireceğinin yollarını aramışlar. Sonunda da bir çözüm yolu bulmuşlar:
Yarı zamanlı aile işine devam edilecek, kalan zamanda da hukuk eğitimine başlanacaktı. Bu karar, aile toplantısı yapılarak açıklandı. Tabii önce nedenler sıralanarak. Zaten arkadaşları, ailesi, özellikle de eşi içinde bulunduğu depresif durumun farkındaydı ve herkes adamın aldığı bu karara saygı duydu. Birlikte çalıştığı akrabaları ilk başta yarı zamanlı olarak devam edeceği aile işinde başarılı olamayacağını düşünseler de bu karara karşı çıkmadılar. Fakat korktukları gibi olmadı ve hem iş hem de eğitimdeki yükselen performansıyla ne kadar doğru bir karar verdiği ortaya çıktı.

Erken müdahale önemli

Ucal, hastalarına sorunun ne, neden, nasıl ve ne zaman olduğunu saptadıktan sonra ilgi alanlarını, becerilerini, hayal ve hedeflerini kişilik yapılarını da göz önünde tutarak hedef belirlemelerine yardımcı olduğunu söylüyor. 40’lı yaşlar krizini önlemenin en ideal yolu öğrencilerin üniversite hazırlığına başlamadan, meslek seçimi yaparken kişiliklerine, çevre ve koşullara ayna tutmaları. Seçecekleri meslek ile becerileri uyum sağlıyor mu araştırılması gerekiyor. Hatta seçeceği meslek dalını yapanlarla konuşmak ve iş alanlarının araştırılması da çok önemli. Bu araştırmalar ne kadar erken yapılırsa uzun vadeli ve devamlı mutluluk, huzur ve başarı elde etme şansı o kadar artıyor.

Erkeklerde daha sık görülüyor
Türkiye’de bu kriz daha çok erkeklerde görülüyor. Çünkü erkekler üzerinde belirtilen meslek dallarını yapmaya yönelik daha büyük bir baskı var. Örneğin spor, sanat ve müzik alanları ve sosyal dallardaki mesleklere yönelik ilgisi olan erkeklere teşvik ve destek az. Aynı zamanda erkekler üzerindeki para kazanma baskısı kadınlara oranda daha fazla. Bu nedenler erkekler gönüllerinde yatan meslek dalları yerine daha çok para kazanacakları meslekleri seçmek zorunda kalıyorlar. Selin Ucal bu krize yakalananlara daha çok işletme okuyup o alanda kariyer yapanlarda rastladığını söylüyor. Ya da hazırda olduğu için aile işlerine mecburen girenlerde…

Kariyer krizi dönemini rahat atlatmak için
Uzmanların, bu önemli merhaleyi “kazasız belasız” atlatmak için çalışanlara 3 temel önerisi var. Şu üç hayati soruyu mümkün olduğunca dürüst ve gerçekçi şekilde cevaplamaya çalışın:
Ne yapmak istiyorum?
Hedef: “Başka alanlarda” işe yarar artılarınızı belirlemek
Tam zamanıdır. Yaklaşık 20 yıldır çalıştığınızı düşünürsek, neyi nasıl yaptığınızı, neyi becerip neyi beceremediğinizi, çalışma hayatının ne olduğunu iyi biliyorsunuz. Güçlü yanlarınızı, tecrübelerinizi kağıda dökün. Bu tavsiyeyi belki yüzlerce kez duymuşsunuzdur ama denemeden faydalarını da bilemezsiniz. Kağıdın bir tarafına işinizle ilgili sevdiğiniz şeyleri yazın. Bir tarafa da hoşlanmadığınız şeyleri… Bu da sizi neyin mutlu ettiğini ve neyin mutlu etmediğini görmenizi sağlayacak. Kısa ve uzun vadeli hedeflerinizi de yazın. Bu da ideal işinizi yaratmak için büyük bir avantaj olacaktır. Mükemmele ulaşamasanız bile epey yaklaşmış olursunuz. Hedef Amerikalılar’ın “transferable skills” dediği “başka alanlarda değerlendirebileceğiniz” artılarınızı ortaya çıkarmak. Böylece, iyi bir ara-kariyer formasyonuyla başka bir alan(d)a sıçrayabilirsiniz.
Kimim ben?
Hedef: Kimliğinizle uyumlu bir yaşam tarzı yakalamak
Bu yaş dönemecinin bir “anlam(sızlık) krizi” olduğu söylenir. Yani çalışanlar “Benim yapmak istediğim gerçekten bu mu? Yaşamak istediğim hayat bu mu?” diye sorgularlar. 40-45 yaş bu sorgulama için iyidir çünkü hem hayatı, hem de kendinizi tanımaya zamanınız olmuştur; ve önünüzde daha (çalışacak) ve yaşayacak yeterli zaman vardır. İnsan bu sorgulama için 20’sinde çok genç ve tecrübesizdir. 40-45 yaşındaki “siz”le işiniz arasındaki uyum ve uyumsuzluklar bu sorgulamada ortaya çıkacaktır.
Bilançom ne gösteriyor?
Hedef: Karar vermek
Yukarıdaki soruları cevapladıktan, düşünüp taşındıktan sonra, aynı yolda ilerlemeye devam etme kararı veren çok oluyor, diyor uzmanlar. Diğerleri hayatlarında değişiklik yapmaya karar veriyorlar. Aynı uzmanlar “Çıkmaz bir yola girmemek için, bize danışanlara ’kendileriyle teması kaybetmemelerini’ yani eskisinden çok radikal bir farka gitmemelerini, çok büyük değişikliklere kalkışmamalarını öneriyoruz” diyorlar. Yıllarca danışman olarak çalıştıktan sonra, bir büyük şirkete yönetici olan bir çalışanı örnek veriyorlar: “Burada tehlike, kendini olması gereken yerde hissetmemektir.”
Özetle: 40-45 yaşında yeni bir başlangıç yapılabilir mi? Evet, çok başarılı bir yeni başlangıç yapılabilir. Ama çok iyi hazırlanıp, kararından yüzde 100 emin olmak kaydıyla.
Kaynak: Hürriyet İK
Yazar: Zeynep Mengi

8 Haziran 2010 Salı

TÜKENMİŞLİK SENDROMU NEDİR?

TÜKENMİŞLİK SENDROMU

İnsan yaşamında iş /çalışma, önemli bir yere sahiptir. Gün içinde birey iç (kişisel) ve dış (çevresel), birçok uyarıcı ile karşılaşmaktadır. Bu iç ve dış uyarıcılar doğal olarak kişileri olumlu ya da olumsuz olarak etkilemektedir. Özellikle, yaşanan olumsuzluklar, kişilerde strese neden olmaktadır. Tükenmişlik, yaşanılan stresin uzun sürme ve kronikleşme halidir ve ne yapılırsa yapılsın, ne kadar sıkı çalışılırsa çalışılsın, durumda bir değişiklik ya da farklılık yaratılamadığında, daha doğrusu kişi kendisini çaresiz ve yetersiz hissettiğinde filizlenmeye başlar.
Tükenmişlik sendromu ise, fiziksel, duygusal ve zihinsel bulgu ve belirtilerle ortaya çıkar:
Fiziksel tükenmişlik; kişide kronik yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, yıpranma, hastalıklara daha hassas olma, sık baş ağrıları, bulantı, kas krampları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik sorun ve yakınmalar vb. belirtilerle tanımlanabilir.
Duygusal tükenmişlik ;kişinin kendisini desteksiz ve güvensiz hissetmesi, depresif duygularının artışı, sık sık ümitsizliğe kapılması, tüm bunların yanı sıra, evde gerilim ve tartışmaların çoğalması, kızgınlık, sabırsızlık, huzursuzluk gibi negatif duygulanımlarda artış; nezaket, saygı ve arkadaşlık gibi pozitif duygulanımlarda azalma ile kendini belli eder.
Zihinsel tükenmişlik bulguları; bireyde doyumsuzluk, kendine, işine ve genel olarak yaşama karşı negatif tutum ve bunun yanı sıra, ileri aşamalarda işini önemsememe, sorumluluklardan kaçma, hatta işini bırakma gibi davranışlarla göze çarpar.
Araştırmalar gösteriyor ki:
İç dünyamızla, yani kendimizle yaptığımız olumsuz diyalog mutsuzluk ve kaygıya neden olur ve yaşamımızı negatif şekilde etkileyebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda hayatın akışıyla uyumumuz bozulur. Tükenmişlik duygusunu yaşayabiliriz. (Tredgold,1991 )
Tükenmişlik toplumsal yaşantının bir ürünü, yaşama anlam kazandırma çabasının bir sonucudur. Tükenmişlik içindeki bir insan, yaşamın anlamını yitirdiğini ve tüm isteklerinin kaybolduğunu düşünür.

Tükenmişliğe neden olan birçok faktör bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi strestir. Yüz yüze çalışmayı gerektiren işlerde yaşanan güçlükler, çeşitli potansiyel problem durumları iş stresörlerini oluşturmaktadır. Stres, bireyin çevre etkileşiminde kişinin uyumunu bozan etkenlerdendir. Stres, tükenmişlik için bir alt basamaktır.

Tükenmişlik; iş hayatındaki kişiler için, mesleğin özgün anlamı ve amacından kopması; çalışma arkadaşlarıyla artık ilgilenemiyor oluşu; ya da aşırı stres ve doyumsuzluğa tepki olarak kişinin kendisini psikolojik olarak işinden geri çekmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu sendrom, doğrudan insana hizmet eden kişilerin yaptıkları meslek dallarında görülmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar, tükenmenin iş kaybından aile içi sorunlara, psikosomatik hastalıklardan alkol-sigara ve madde kullanımına ve hatta uykusuzluk ve depresyon gibi çok çeşitli ruhsal hastalıklara neden olduğunu göstermektedir.(itfdergisi.org.tr).
Ülkemizde hemşireler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, kişilerin yaşları ilerledikçe ve çalışma yükleri arttıkça kişilerde tükenmişlik hissinin arttığı saptanmıştır. Özelikle, yoğun bakım ve acil ünitelerinde çalışan hemşire, hasta bakıcı ve doktorlarda duygusal tükenmişlik gözlemlenmiştir. ( Barutçu ve diğerleri, 2008).
Bu alanda yapılan diğer araştırmalar da tükenmişlik sendromunu, genellikle insanlara hayati öneme sahip hizmet veren sağlık çalışanlarında görüldüğünü belirtmişlerdir. Burada yapılan işin büyüklüğü, hataya yer verilmeyen bir iş yapılıyor olması, insanların kendilerini büyük bir baskı altında hissetmelerine neden olabileceği vurgulanmıştır.
Bu nedenle daha çok sağlık çalışanlarında, öğretmenlerde, avukatlar, çocuk bakıcıları, sosyal hizmet uzmanları, PDR uzmanları, güvenlik güçlerinde çalışanlarda yani polislik, gardiyanlık, kütüphanecilik, yöneticilik gibi insanlarla sık ve yakın ilişkiler kurulan tüm meslek gruplarında görülen bir durum olarak tanımlanmıştır. (maltepe.edu.tr)
Diğer araştırmalar da tükenmişlik sendromunu, kişilik faktörlerini önemli sebeplerden biri olarak saymış, ancak daha sonra organizasyondaki nedenlerin de etken olduğunu kanıtlamışlardır. Kişilik faktörlerinden özellikle rol çatışmalarında, kendini suçlama, anksiyete düzeyinde yükseklikler dikkat çekici bulunmuştur.(Kaçmaz,2005).
Tükenmişliğin nedenlerine bakıldığında çevresel ve kişisel olmak üzere 2 ana başlık altında toplandığını görmekteyiz.
Çevresel nedenler denildiğinde; işin niteliği, çalışma saatleri, çalışma arkadaşlarının destek vermemesi, idari baskı, ücret yetersizliği, iş ilişkileri, uygulanan liderlik tarzı, iş ortamındaki iletişim, açık ve net olmayan hiyerarşi, ailesel, ekonomik ve toplumsal etkenler olarak sıralanabilir. (Karadağ ve diğerleri, 2002).
Kişisel nedenler ise; yaş, evlilik, çocuk sayısı, eğitim, iş-kolik olma, kişisel beklentiler, motivasyon, bireyin ego gücü ve kişilik yapısı, yaşadığı olaylar olarak adlandırılabilinir. (Bayık ve diğerleri, 2002).

Peki, bizler tükenmişlik sendromundan korunmak veya başa çıkabilmek için neler yapabiliriz?
Genellikle bireysel, kurumsal ve hatta sistemden kaynaklanan etmenlerin bir arada rol oynaması ile ortaya çıkan tükenmişlik, bir sendrom ve sistem sorunu olarak ele alınmalıdır.
Boş zamanları olumlu şekilde değerlendirmek, eğlenceli iş ortamı oluşturmak, tükenmişlik duygusunu engelleyebilir.
Umut, insana rahatlık, güven ve direnme gücü veren, aynı zamanda yönlendiren bir duygudur. Bir şeyin gerçekleşeceğine inanmak insana cesaret verir. Bir ışık görmek, insanın cesaretini ve dayanma gücünü artırır. Hayallerinin gerçekleşeceği konusunda inancı olan biri, hayatın her türlü zorluklarıyla baş edileceğine dair bir güven duygusuna sahip olur. (Özcan, 2003).

Tükenmişlik ile baş edebilmek için etkili mücadele, hem bireysel hem de kurumsal bazda olmalıdır. En önemlisi baştan, bu soruna yol açan nedenlerin saptanarak giderilmesi için çalışmak, ya da yardım almak gerekmektedir. Kişi işe başlamadan önce yapmak istediği işin kendi vizyon ve misyonu ile uyumlu olup olmadığını , çalışma ortamının tarzını, görev tanımının detaylarını, işin zorluklarını ve risklerini öğrenmelidir.
İnsan olarak, kendi sınırlarımızı ve sorumluluklarımızı bilmek, gereksiz ve kaldıramayacağımız yüklerin altına girmemizi önleyebilir. Aynı zamanda, iş hayatımız dışında da bir yaşantımız olmasına özen göstermek bizi tükenmişlik sendromuna yakalanma riskinden uzaklaştırabilir. Tatil ve dinlenme olanaklarını kesinlikle planlamak ve kullanmak çok önem taşımaktadır.
Günümüzde hemen her iş kolunda kıyasıya bir rekabet yaşanmaktadır. Zorlu yaşam koşullarına, bir de işteki rekabet eklenince, bedenen ve ruhsal boyutta çeşitli sınavlarla karşı karşıya kalmaktayız. Bu yüzden gerekli noktalarda ve zamanlarda, duygularımızı, yaşadığımız zorlukları paylaşmak adına, uzman kişilerden yardım almak ve gerçeklerle yüzleşmek, bizi çözüm yollarına daha da yaklaştırmış, yaşamımızı biraz olsun kolaylaştırmış olacaktır.

Uzm. Psikolog E.Selin Uçal
Empatia Psikoterapi ve Kişisel Gelişim Merkezi

4 Haziran 2010 Cuma

İnsan kaynakları bölümündekilerin haykırışı: ‘Ben senin TERAPİSTİN değilim!’

İnsan kaynakları bölümündekilerin haykırışı:
‘Ben senin TERAPİSTİN değilim!’

Siz onlarla çalışıyorsunuz… Kronikleşmiş kişisel sorunları ile sizi boğan çalışanlar ve sihirli değneğini sallayarak tüm problemleri çözeceğine inandığınız yöneticiler…
Çalışan aniden geç gelmelere başlıyor, hatalar yapıyor ve teslim tarihlerini kaçırıyor. Uzun lafın kısası; çalışanlarınızın %20 si zamanınızın %80 ini alıyor.

İnsan Kaynaklarından sorumlu kişiler, çoğu zaman firma çalışanları tarafından ‘psikolog/terapist’ şapkası takma zorunda kalıyorlar. Bu durum onlar için hem bir ‘onur’ hem de bir ‘bela’ olabiliyor. Bir başka taraftan, İK cılar ellerinden geldiğince şirketlerini ve şirket çalışan ve yöneticilerini büyük masraflardan, hatta mahkemeye gidebilecek davalardan, ‘empatilerini’ kullanarak, kurtarmaya çalışıyorlar. Tabiî ki, ‘empatik’ olmak sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Çoğu zaman ‘empati’ ve ‘yetki’ arasındaki ince çizgi İK cıları zor durumda bırakabilmekte. Sonuçta, unutmamak gerekir ki, başka işleri yapmak için de hem gereken zaman hem de duygusal enerjiye ihtiyaç var. İşte bu ‘sınırları’ çizmek bazen gerçekten de zor…

‘Tehlike Bölgesinde’ Çalışma

İnsanın doğasında çoğu zaman bir ‘büyük’, ‘yol gösterici’ arama içgüdüsü vardır. Sonuçta bu görevi anne babalarımız bizim için yıllar boyunca yapmıştır. Bu yüzden dolayı, çalışan, herhangi bir problemle karşılaşıp hassaslaştığı zaman, çevresinde olası kişiyi anne/babasının yerine koyup içinde bulunduğu durun içine sokabilir. Eğer bu durum kişide kronikleşmeye başlıyorsa, ‘yetişkinlik niteliklerinden’ uzaklaşma ve çocukluğuna geri dönme yaşama ihtimali olabilir.

Peki… Kronik olarak problemli çalışan ile kendini kaptırmadan nasıl baş edebilirsiniz?

İlk iş olarak, kişinin probleminin ‘özel/şahsi’ i yoksa ‘iş hayatı’ ile ilgili olup olmadığını ortaya çıkartmak gereklidir. Normal olarak, kişinin ‘özel’ bir sorunu varsa bunu çözmek size düşmez. Yine de kişiyi biraz dinleyip anlayış göstermek rahatlatıcı olabilir, ama tabi bu anca ‘anlık’ fayda sağlar. Fakat, sürekli olarak omzunuzda ağlayan birini yaratmak, ne sizin açınızdan ne de o kişi ve kişinin ‘problem-çözücü’ tarafını ortaya çıkartması açısından yararlı olur.




Şayet, problem işle ilgili ise o zaman İK gayri resmi bir soruşturma yapabilir. Bu noktada da kişinin problem-çözücü tarafını ortaya çıkartmak ve kişiye ‘koçluk’ yapmak öne taşımaktadır.

İş dünyası genellikle ‘empati’ açısından noksan gözükür. Bu açığı da şirketlerin İK bölümü kapatmaya çalışır. Daha önceden de belirtildiği gibi, İK nın %80 zamanı sürekli olarak aynı kişilere/olaylara gidiyorsa işte bu noktada yöneticilerin bir düşünmeleri ve çözüm yolları aramaları gerekmektedir. Günümüzün sürekli gelişen iş dünyasına bu süreçte sunduğu en büyük ve etkin çözü yolu ‘iş psikolojisi’ dir.
İş psikologları; özellikle iş yaşantısı ile ilgili her türlü soruna, ik bölümünün de desteği ve yönlendirmesi ile çözüm yolu bulmak; kişileri ve iş ortamını rahatlamak için çalışırlar. Böylelikle, İK zamanlarının %80 ni çalışan sorunlarına ayırmamış olur; çalışanlarda profesyonel psikolojik yardım almış olur. Kişiler iş psikoloğu sayesinde sorunlarına çözüm-odaklı yaklaşabilir, iş-özel hayat dengesini rahatlıkla kurabilir, performansını en yüksek seviye de tutabilir ve iş stresi ile baş edebilirler. Bunlara bağlı olarak iş tatmini, motivasyon ve genel huzur da artış gözlenir. Kişiler de, sürekli artan rekabet ortamında iş/kariyer hayatlarında sağlam ve emin adımlarla ilerleme şansını elde etmiş olurlar.



Uzm Psikolog. E. Selin Ucal
Empatia Psikoterapi ve Kişisel Gelişim Merkezi

3 Haziran 2010 Perşembe

DOĞRU MESLEK SEÇİMİNİ YAPMANIN ÖNEMİ

DOĞRU MESLEK SEÇİMİNİ YAPMANIN ÖNEMİ

Meslek seçimi; bireyin kendisine uygun olan meslekleri çeşitli yönleri ile değerlendirip, tercih edilen meslekler arasından, girme olasılığı en yüksek olana yönelmesidir. Bireyin, zihinsel, fiziksel yeteneklerini, becerilerini, ilgilerini, ihtiyaçlarını ve ekonomik durumunu göz önüne alarak seçim listesindeki seçenekleri belirlemesi gerekir.
Meslek, sadece para kazanma ve ekonomik ihtiyaçları karşılama aracı değildir. Birey, mesleki etkinlikleri yoluyla bir şeyler üreterek yeteneklerini, becerilerini kullanır, gizli güçlerini, kapasitesini geliştirir, başarılı olur ve doyum sağlar. Meslek, bireyin toplumda bir yer edinmesini, saygı görmesini ve her şeyden önemlisi bir işe yaradığı duygusunun yol açtığı doyuma ulaşmasını da sağlar. İş yaşamında doyum, genel yaşam doyumunu da etkiler. Meslekte yaşanılan başarısızlıklar, doyumsuzluklar bireyin ruh sağlığını tehdit eder. İş ve yaşamdaki doyumsuzluklarda önde gelen nedenlerden biri; bireyin seçtiği mesleğin özelliklerinin, kendi özellikleri ile bağdaşmamasıdır.
Sağlıklı bir meslek seçimini belirleyen etmenlerden biri olan yetenek, belli bir alandaki öğrenme gücü olarak ifade edilebilir. Bireyler arasında yetenek farklılığı olduğu gibi bireyin sahip olduğu yetenek düzeyleri arasında da önemli farklar vardır. Meslekler genel zeka, sayısal, sözel, soyut, mekanik ve görsel algılama (uzay ilişkileri) yetenekleri açısından üst, orta ve alt düzeyde farklılık gösterirler. Önemli olan, bireyin bu farklı yeteneklerden hangisinde üst, orta ve alt düzeyde olduğunun farkına varması; bir başka deyişle kendini tanımasıdır. Ancak bireyin sadece sahip olduğu yetenekleri tanıması, sağlıklı bir seçim için yeterli değildir. Yönelmeyi düşündüğü mesleklerin de ne tür ve ne düzeyde yetenek gerektirdiğini bilmesi ve kendi yetenekleri ile mesleğin gerektirdiği yetenekleri uzlaştırabilmesi gerekir.
Meslek seçiminde ilgilerin de göz önünde bulundurulması önemlidir. İlgi, bir kimsenin özel bir çaba harcamadan hatta kısıtlayıcı koşullar altında dahi, dikkat ettiği, gözlemlediği ve zevk alarak yaptığı faaliyetlerdir. Ekonomik kazanç ve ihtiyaçların meslek yoluyla karşılanması kadar ilgiler de mesleki doyumda rol oynar.
Yetenek ve ilgilerin dışında dikkate alınması gereken başka faktörler de vardır; cinsiyet, akademik özgeçmiş, sosyo-ekonomik durum, psikolojik ihtiyaçlar, tutumlar, değerler, kişilik özellikleri gibi...
Meslek seçimi; şansa bağlı, anlık bir olgu değil, bir süreçtir. Seçimin sağlıklı olması; bireyin kendini ve meslekleri objektif olarak tanıyabilmesine, bilgi toplamasına, karar verme becerilerini geliştirebilmesine, kararları için plan yapabilmesine ve uygulayabilmesine bağlıdır.
Meslek seçimi, bireyin hayatında verdiği en önemli kararlardan biridir, çünkü bireyin hayatının üçte biri mesleki etkinlikleri içermektedir. Meslek, sadece bir para kazanma, geçim sağlama yolu değil, belki bunlardan da önemlisi bireyin kendini ifade etme, kendini gerçekleştirme yoludur.
Peki, seçilen meslek bireyin yaşamında ne gibi etkilerde bulunacaktır?
1. Bireyin yaşamı boyunca devamlı bir iş sahibi olup olamayacağını tayin edecektir.
2. Yaşamı boyunca başarılı veya başarısız bir kişi olmasında önemli bir rol oynayacaktır.
3. Sürekli etkileşimde bulunacağı bireylerin çeşidini ve eş seçimini etkileyecektir.
4. Hayatı boyunca yaşayacağı çevre veya çevrelerin özelliğini ve yerini tayin edecektir.
5. Ailesinin kazanç şeklini ve düzeyini ve geçim tarzını belirleyecektir. İşinden zevk alıp alamayacağını, bunun sonucunda sorumluk sahibi bir insan olup olamayacağını tayin edecektir.
Bunlara bağlı olarak meslekte ve mesleki eğitimde yaşanan doyumsuzluklar, hayal kırıklıkları bireyi doğrudan etkilemekte, dolayısıyla bireyler mutsuz olmaktadırlar.
Her mesleğin kendine özgü gerekleri, çalışma koşulları ve sağladığı olanaklar farklıdır. Meslekler arasında bu ve benzeri alanlarda gözlenen farklılıklar, bireylerde yetenek, ilgi, gereksinme gibi psikolojik nitelik çeşitlemesine denk düşmektedir. Bu yüzden bireyin kendi gelişimine en çok fırsat hazırlayacak, gereksinimlerini en iyi biçimde doyurabilecek alanı seçebilmesi önem kazanmaktadır. Sağlıklı bir seçim ise ancak kişinin kendini ve seçeneklerini yakından tanıması ile mümkün olmaktadır. Meslek seçimi, bireyin kendisine açık meslekleri, çeşitli yönleriyle değerlendirip, kendi gereksinmeleri açısından, istenilir yönleri çok istenmeyen yönleri az olan birine yönelmeye karar vermesi olarak da tanımlanır. Bireyin seçtiği meslek, onun yetenek ve ilgilerine uygun olduğu taktirde bunları geliştirmek ve tam olarak fonksiyonda bulunmak kendi elindedir. Özellikle yeteneğinin altında mesleklere girenlerde bir süre sonra uyumsuzluk, can sıkıntısı ve başarısızlık baş göstermektedir.
Öte yandan belli bir meslek için bir bireyin seçimi gerçekte bir yordama (tahmin etme) sorunudur. Bu seçme, söz konusu iş için başvuruda bulunan adaylardan hangisi ya da hangilerinin bu işi en iyi bir biçimde yerine getirebileceklerine ilişkin bir yordamayı içermektedir. Bu yordamanın olabildiğince geçerli ve güvenilir verilere dayandırılması, mesleği seçecek bireyin yararına olduğu gibi, işverenin de yararına olacaktır.
Kullanılmakta olan çeşitli psikolojik testlerin geliştirilmelerinin nedenleri; başkalarının birey hakkında ya da bireyin kendi-kendisi hakkında, vermek durumunda olduğu çeşitli kararlara yardımcı olmaktır. Meslek seçimi bireyin kendisi hakkında bir karar vermesini gerektirmektedir.