15 Ağustos 2011 Pazartesi

ÜNİVERSİTE’DE İLK GÜN PSİKOLOJİSİ

ÜNİVERSİTE’DE İLK GÜN PSİKOLOJİSİ
Üniversite sınavını kazandınız, belki istediğiniz bir bölüme girdiniz belki de gönülsüzce puanınızın tuttuğu okula yerleştiniz... Ne olursa olsun artık sizi yeni bir hayat bekliyor. Üniversiteli oldunuz! Yeni okul, yeni arkadaşlar, yeni ortam. Daha özgür bir hayat umudu! Birçok öğrencinin bu yeni hayatla ilgili pek çok beklentisi var. Bir kısmı lisedeyken kurulan klişe hayaller...
Kampus çimenlerine uzanıp kızlı erkekli sohbetler, büyük amfilerde yüzlerce kişiyle ders dinlemek, üniversite festivallerine katılmak... Bir kısmı sadece hayal olarak kalma olasılığı yüksek klişeler. Mesela erkek öğrenciler arasında yaygın “Üniversitede kızlar teklif ediyormuş” söylentisi. Hayalleriniz, beklentileriniz ne ölçüde gerçekleşir bilinmez ama yeni bir döneme adım attınız. Biz de bu dönemde faydalı olabileceğini düşündüğümüz bilgileri derledik...


Lisede çok sıkı çalıştınız, şöyle veya böyle bir üniversite kazandınız. Yeni okul, belki yeni bir şehir, yeni arkadaşlar, yeni bir ortam...


İster düşlenilen okulu, bölümü kazanın, ister hoşunuza gitmeyen bir yere yerleşin, yine de sizi yepyeni bir hayat bekliyor. Her öğrenci daha lise sıralarındayken üniversite hayatı hakkında hayaller kurmaya başlar. Herkesin rüyası başkadır. Bazıları alabildiğine yeşil, geniş kampusleri düşünür, bazıları yüzlerce kişinin ders dinlediği amfileri, bazıları da sosyal hayatı, öğrenci kulüplerini. Hatta bazı öğrenciler arasında üniversitedeki kadın-erkek ilişkileri üzerine birçok geyik de dönmüştür lise yıllarında. Daha çok erkekler arasında elbette. Bunların arasında da en bilineni, - muhtemelen - birbirlerini çalışmak için gaza getirme amacıyla söylenen “Üniversitede kızlar teklif ediyormuş!” söylemi... Manita konusu bizi aşar, ama genelde, bazı şanslı (gerçekçi?) öğrenciler üniversitede aradıklarını bulabilirken bazıları hayal kırıklığıyla karşılaşabilir. Mesela ders saatini çimenlere uzanarak beklemek isteyen bir öğrenci karşısında fabrika binası gibi tek bir binadan oluşan bir fakülte veya kocaman amfilerde ders dinlemek isterken lisedekine benzer karanlık bir sınıfla karşılaşabilir.


İlk günler ister öğrencilik ister iş hayatında olsun biraz gergin geçer. Gözler tanıdık birilerini arar. Programının öğrenilmesi, ders kayıtarının yapılması, danışmanın bulunması gerekir. Not ve derslere katılım sistemi liseden farklıdır, kaç ders almalıyım, kaçı seçmeli kaçı zorunlu, hazırlık okuyacak mıyım, devamlılık durumu ne, ders notlarını nasıl bulacağım, not sistemi nasıl işliyor, çan eğrisi nedir gibi birçok soru da üniversiteye başlayan öğrencilerin aklını kurcalar. İlk hafta ders olur mu, kayıtlar ne zaman biter derken bir yandan da sosyalleşme çabası başlar. Kimlerle arkadaş olunmalı, kimler aynı kafada... Asıl önemli soru ise sınıfta kim iyi not tutar? İlk derslerde süratle gözlem yapılır. Ön sıralarda oturup dersi dinleyenler belirlenir ve sonraki haftalarda not için bu kişilerin peşinden koşturulur...


Lise ortamındaki yakınlığı arıyorlar


Üniversiteye başlanan ilk gün, öğrenciler için hem zorlayıcı hem ürkütücü olabiliyor. Sonuçta, kimseyi tanımadıkları, yepyeni, belki de doğup büyüdükleri yerlerin çok uzağında bir ortama girmiş oluyorlar. Bu kez, ellerinden tutup ilk gün okula getiren ana baba da yok. (Aman olmasın zaten!) Böyle olunca da nereye gitsem, sınıfım nerede, arkadaşlarım nasıl çıkacaklar, dersler zor mu olacak, nasıl adapte olacağım, nasıl yeni dostluklar kuracağım, kendimi çevreme nasıl kanıtlayacağım tarzı sorular gençlerde panik, gerginlik, stres ve anksiyete duygularına sebep olabiliyor.


Uzman psikolog Selin Uçal, lise öğrencilerinin bir bölümünün, üniversite yıllarını, özgürlüğe açılan bir yol, sevdikleri, mutlu oldukları konular üzerine uzmanlaşıp yetişkinlik yaşamına açılan bir kapı olarak gördüklerini, aynı zamanda, profesyonel hayatlarına başlangıç olarak da hissettiklerini söylüyor: “Yeni hayatları ile birlikte, yeni bir ortam, dostluk ve arkadaşlıkların kurulacağı, farklı ve unutulmaz deneyimlerin yaşanacağı bir ortamın hayallerini kuruyorlar. Hatta bazı öğrenciler için üniversite, ‘hayat arkadaşlarını’ bulabilecekleri bir ortam olarak bile algılanabiliyor.” Ne yazık ki yalnız toz pembe hayaller kurmak, gerçeklerle çakıştığında yerini hayal kırıklıkları ve ümitsizliklere de bırakabiliyor. Özellikle, kişilerin hayallerindeki ortam ile karşılaştıkları ortam farklı çıktığında... Uçal, bunun nedeninin, öğrencilerin lise ortamındaki yakınlık, paylaşım ve sıcaklığı arayıp da bulamadıklarında, çok büyük üzüntü ve umutsuzluk yaşamaları olduğunu söylüyor. Sonuçta, üniversite ortamı, liseye göre daha bağımsız, bireysel ve profesyonel olabiliyor. Üniversitede kişi, bireysel gayret ve çabası ile bazı şeyleri çözüp, arkadaşlar edinebiliyor; başarılı olarak da kendini kanıtlayabiliyor.


Üniversitede umutsuzluk, hayal kırıklığı yaşamanın bir başka nedeni ise Türkiye’nin eğitim/sınav sisteminden kaynaklanıyor. Birçok genç, seneler boyunca canla başla çalışıp, istedikleri bölüme giremeyebiliyor, hayalini kurduğu bölümden alakasız, bambaşka bir alana zorunlu olarak yönelebiliyor. Sonuç olarak bu gençler, mutsuz bir şekilde öyle ya da böyle, üniversiteden mezun olup istemedikleri, beğenmedikleri bir meslek dalında çalışmaya başlıyorlar. Bu ruh durumları, zaman içinde fiziksel ve psikolojik hastalıklara bile sebep olabiliyor. Uçal, sınav stresini bir kez daha yaşamamak adına yapılan yanlış tercihin, gençlerin tüm geleceklerini negatif olarak etkileyebildiğini vurguluyor.


Üniversitenin ilk dönemlerinde sorun yaşayan diğer bir grup ise, farklı, küçük yerlerden, büyük şehirlere üniversite okumaya gelenler. Her ne kadar tek başına yaşamayı sabırsızlıkla beklemiş olsalar da, bazı gençler kendilerini yalnız ve mutsuz hissedebiliyorlar. Yeni arkadaşlıklar kurmakta, o şehirde yaşayanlara nazaran daha çok zorlanabiliyor, diğerleri tarafından dışlanabiliyorlar. Bir bölümü de, ilk kez evlerinden uzaklaştıkları için ev/aile özlemi çekebiliyor. Çoğu genç için, yeni sisteme alışmak, ortama adapte olmak son derece zorlayıcı olabiliyor.


Uyum sorununun nedenleri


Peki neden bazı gençler üniversite hayatına rahatça uyum sağlarken diğerleri zorlanır?

* Üniversite ortamına dair sorunlar: Son yıllarda artan üniversite sayısı, kampus şartlarının zorluklarını da beraberinde getirebiliyor. Sosyal alanların azlığı, yetersiz eğitim araçları ve gereçleri, barınma sorunları, akademisyenlerin azlığı gibi sorunlar ilk günlerde hayal kırıklığı ve uyum sorunlarına neden olabiliyor.
* Gence dair sorunlar: Seçtiği üniversiteyi yeterince tanımaması, meslek seçiminde kararsız oluşu, aileden ilk defa uzaklaşması, yeni bir ortamda yaşama deneyiminin olmaması, liseden çok farklı arkadaş ve hoca ilişkilerini yürütmede çelişkiler yaşaması, ekonomik sorunlar, farklı bir kültüre uyum sağlamada zorlanma, alışkanlıkların değişmesi ve yeni yolların bulunmasında yaratıcı olamama gibi deneyimler ilk günler için hayatı zorlaştırabiliyor. Gencin sosyal becerilerinin yetersiz oluşu, ailesiyle bağımlı veya sorunlu bir ilişkinin olması bu bağımsızlaşma döneminde belirleyici etkenler olarak göze çarpıyor. Benzer bir şekilde, aşırı beklentiler de hazırlıksız yakalanmaya ve sorunları çözememeye yol açabiliyor.


Neler yapılabilir?


Gencin bu ortama uyum sağlaması için önceden bazı hazırlıkları yapılması gerektiğini belirten Özcüler ilk günlerden itibaren şu noktalara dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor:
* Farklı bir şehre giden gencin şehir hakkında bilgi edinmesi, kalacağı yer, maddi zorunluluklar, okuyacağı bölüm ve genel olarak üniversite hayatı hakkında biraz araştırma yapması gerekiyor. İnternet üzerinden araştırma yapılabilir, aile ve arkadaşlarla konuşulabilir. Ailenin çocuğuyla kaygılarını ve korkularını konuşabilmesi ve çözüm yolları için destek olması önem taşıyor.
* Üniversite başladığı andan itibaren kampus hayatına katılmaya çalışmalı. Mümkün olduğu kadar üniversiteyi tanımak, imkanları görmek ve değerlendirmek, geleceğe dair planlar yapmak motivasyonu artırır. Kampus içindeki etkinliklere katılmak hem sosyalleşmeyi hem gencin kendini daha iyi tanımasını sağlar.
* Yeni hayatta birçok değişikliğe uyum sağlamak gerekecek. Gencin zihnen ve bedenen sağlıklı olması bu uyum sürecini kolaylaştırır. Bu yüzden mümkün olduğu kadar sağlıklı beslenmeye, uyumaya, eğlenmeye, dinlenmeye, hobilere ve spora zaman ayırmaya özen gösterilmeli.
* Stresle başa çıkmak için yeni yollar öğrenmek gerekebilir. Daha önceden hiç ilgilenilmese de artık zamanı daha iyi yönetmeye, dostluklar kurmaya ve problem çözme yollarını geliştirmeye özen gösterilebilir.
* Üniversite hayatı daha fazla hata yapmaya ve aynı zamanda daha fazla olgunlaşmaya giden bir yoldur. Yapılan hataları kabullenmek ve yeni yollar bulmak için gerekiyorsa gencin zihinsel ve davranışsal olarak değişmesi gerekebilir. Bu gerçeği kabul etmek bile üniversite yaşamını yıllarca anlatılan keyifli anlara, sağlam dostluklara ve başarılı bir meslek hayatına çevirmek için yararlı olabilir.


Üniversiteye girdiğinizde...
• Özellikle üniversitenin ilk günlerinde mümkün olduğunca çok kişi ile tanışmaya çalışın. Araştırmalar gösteriyor ki üniversitenin ilk (zor) günlerinde kurulan dostluklar çok daha kalıcı ve anlamlı oluyor.
• Oryantasyon haftasına kesinlikle katılın.
• Çevre ve ortamı olduğu gibi kabul edin, kavga ve tartışmalardan kaçının.
• Kafaya takılan, huzursuzluk yaratan konuları uzman/yetkili kişilere sorun.
• Gerektiği takdirde, üniversitenin rehberlik servisini kullanın.
• Daha ciddi sorunlar yaşanılıyorsa, uzman psikologlardan danışmanlık ve koçluk yardımı alın.
• Kendinizi iyi hissettiren şeyleri yapın, düşünün.
• Şayet farklı yerlerden geliyorsanız, yatılı kalacaksanız, bulunduğunuz yeri ‘ev ortamına’ çevirin.
• Sosyalleşmek adına, mümkün olduğunca, üniversitenin düzenlediği etkinliklere katılın.
• Aktiviteler yapın, öğrenci kulüplerine katılın.


Festivaller de fena gitmez hani
Üniversitede iyi arkadaşlıklar kurmak isteyen Ali Özcan sınav dolayısıyla az kitap okuduğunu ve arayı kapatmayı amaçladığını söylüyor: “Üniversitede yapacağım projelerin, katılacağım programların (etkinlikler, değişim programlar...) üniversiteden sonraki hayatta yararını göreceğimi umuyorum. Lisede buna benzer şeyler az yapılıyor. Kampusun güzel olması okunan bölümün zorluğunu bir nebze unutturabilir, hele derslerin yoğun olduğu günlerde... Muhabbet illa ki olmalı, yabancı dil, gerekiyorsa laboratuvar olmalı, hani festivaller de fena gitmez derim.”


Çimenlerde uzanmak her gencin hayali
Bu sene sınava giren Fatih Ok’un üniversiteye başladığında ilgi alanında bulunan okul klüplerine üye olup etkinliklere katılmayı umuyor. İstanbul’da bir üniversite kazanırsa, arkadaşlarıyla gezebildiği kadar gezmek istiyor. “Lise dediğin de ne? Üniversite deyince durmak lazım bir kere” diyen Ok: “Lisede kısmen hala kapalı kutuda gibisin. Üniversitede ailenden ayrı ve kendi başınasın. Yani hem yalnız mücadele edeceksin hem de özgürsün. Sosyal aktivitelere katılabileceğim, kendime zaman ayırabileceğim ve arkadaşlarımla eğlenebileceğim alanlar çok geniş olmalı. Üniversitenin her türlü olanağından özgürce yararlanabilmeliyim. Kapalı yüzme havuzu, spor salonu...” Çimenlerde uzanmanın her gencin hayali olduğunu ve bunu kesinlikle yapmak istediğini belirten Ok hayalini kurduğu üniversite festivallerine de özgürce katılmak istiyor.
Üniversitenin iş hayatındaki etkisinin de çok önemli olduğunu düşünen Ok, üniversitenin kendisine kazandırdığı değerleri iş hayatında kullanabilmenin önemini vurguluyor.


Üniversite, istediğini giyip okula gidebilmek demek
Boğaziçi Üniversitesi 1. sınıf öğrencisi Ilgın Kaya, lisenin son zamanlarında sınav stresinden kilo almış, saç dökmüş, sivilce çıkarmış birine bir kampusta 2-3 tur attırdığınızda aklına gelen ilk şeyin ne yazık ki eğitim olmadığını söylüyor: “Üniversite demek: İstediğini giyip okula gidebilmek, saçını sakalını kes diyen öğretmenlerden saklanmamak, sözlü notu versin diye hocaların ağzının içine bakmamak, 300 değil belki 30.000 gençle aynı havayı solumak demek. Çimlere basamamak yerine çimlere boylu boyunca uzanmak, saat 7’de dersaneye gitmek yerine geç saatlere kadar konserlerde şarkı söylemek demek. Hocaya türev-integral sorusu çözdürmek yerine, onunla kantinde oturup güncel sorunlardan tartışabilmek demek.” Üniversitenin sadece iyi bir imkanı sağlayıp bunun karşılığında öğrencinin en verimli 4-5 yılını çalmaması gerektiğini düşünen Kaya: “Eğer ben kaplumbağaların solunum sistemini ya da Alp Er Tunga’nın ölümünü merak etmiyorsam bana bunları okumama özgürlüğü de vermeli. Bana hayat boyu taşıyabileceğim bir ünvan, birden fazla yabancı dil, birçok sıkı dostluk, birçok hobi kazandırabilmeli” diyor. Diplomada yazan üniversitenin ve bölümün isminin çoğu zaman diğer özelliklerden etkili olduğunu düşünen Kaya, eğer size yol açan mezun abi ablalar kendilerini bir şekilde sektörde kabul ettirmişse işiniz çok kolaylaşıyor, çünkü bu da şu şu üniversiteden gelmiş diye marka değerini kapıveriyorusunuz diyor.



Notlarını taşıyan bir kızla çarpışmak...
18 yaşındaki Tunahan E. Bilgin fotoğrafçılık eğitimi almak istiyor. Üniversite hayatından beklentileri ise daha özgür ve bolca koşuşturmacanın olduğu daha hızlı bir yaşam. “Arkadaşlarımla ayrı eve çıkıp kendi ayaklarımın üzerinde durmayı denemek, hem okuyup, hem de çalışmak istiyorum” diyen Bilgin lise ve üniversite arasındaki farklar arasında en başta üniforma giyme zorunluluğu olmadığını söylüyor: “Sabah uyandığında nasıl hissediyorsan ona göre giyinip gidebilirsin derslere. Üniversitede ülkenin çeşitli yerlerinden gelen öğrenciler olacağı için daha farklı insanlarla, daha farklı hikayelerle karşılacağım. Vize ve final haftalarında arkadaşlarla sabaha kadar ders çalışmak, proje ve tezlerde bir ekip oluşturup kafa patlatmak ve tabii ki koridorda yürürken elinde ders notlarını taşıyan bir kızla çarpışmak güzel olabilir.”


Üniversite hayatına dair (yalan) klişeler
Lisede, hatta üniversitenin ilk günlerinde hepimizin koyduğu hedefler olmuştur. Fakat bunların büyük bir çoğunluğu yapılmaz, lafta kalır. Üniversite hayatına dair en çok bilinen klişeler ise:
* Bütün derslere gireceğim.
* İlk sene çok çalışıp yan dal/çift anadal yapacağım.
* Sosyal etkinliklere katılacağım.
* Öğrenci klüplerine katılıp aktif olarak yer alacağım.
* Düzenli not tutacağım.
* Finallere birkaç hafta önceden çalışmaya başlayacağım.


Üniversiteli olmak demek...
* Derse girmeyip kantinde arkadaşlarla sohbet etmek
* Sınava çalışmak için sabahlayıp sınav saati geldiğinde hâlâ uyuyor olmak
* Ödevleri son dakika kantinde yapmak veya hiç yapmamak
* Derse gelmeyen arkadaşınız için yoklama kağıdına imza atmak
* Vizeden düşük alınca finalden şu kadar alsam geçerim diye hesaplar yapmak
* Kampusun çimenlerinde yayılmak
* Yüzlerce öğrenciyle birlikte ders almak demektir.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

İş hayatında 40′lı yaşlar krizi!

İş hayatında 40′lı yaşlar krizi!



Sürekli duyduğumuz ekonomik kriz ve orta yaş krizinden başka, çalışanları ilgilendiren bir kriz daha var. Mid-career crisis olarak geçen, Türkçe’de tam karşılığı bulunmayan fakat 40’lı yaşlar krizi olarak nitelendirilebilen bu kriz, kariyerinde belli bir yere gelmiş kişileri vuruyor. İş, aile derken belli bir yaşa gelen çalışanlar, bir gün frene basıp ’acaba istediğim bu muydu’ diye sorgulamaya başlıyorlar. Bazıları mesleği aile baskısıyla seçmiş, bazıları da gençken verdiği yanlış kararlar nedeniyle istemediği, sevmediği bir işi yapmak zorunda kalmış.
Yıllar geçtikçe bu meslek bir yük haline gelmiş ve taşınamaz olmuş. Bu döneme girenlerin yapması gereken birkaç temel şey var. Önce sorunun kaynağını bulmak, sonra da hem kendinin hem de çevresindekilerinin mutlu olacağı bir çözüm yoluna gitmek.
İş hayatının bazı temel dönemleri var:
İş için hazırlık dönemi: Kişinin güçlü, zayıf yönlerini, yaşam tarzı ve değerlerini, mesleğin gereklerini uyum içine sokma sürecinin olduğu dönem.
İş hayatına giriş dönemi: İş hayatının beklentilerinden farklı olduğunu anladığı ve hayal kırıklığına uğradığı dönem.
İlk kariyer: Kişinin kendini kabul ettirme ve başarı elde etme aşaması olan dönem.
Orta kariyer: Kariyerin ve yaşam yönünün yeniden değerlendirildiği dönem.
Son kariyer: Çalışanın iş hayatından ayrılacağı dönem.
Bizim ele alacağımız dönem ise orta kariyer, hatta sadece orta kariyer değil, 40’lı yaşlar krizi adı verilen sıkıntılı bir dönem. Bazı insanlar için aşırı iş ve düşük maaş 40’lı yaşlar krizinin temel nedeni. Diğer nedenler de motivasyon eksikliği ve zorluklar olarak gösteriliyor. Nedeni ne olursa olsun bu krizi atlatmanın en iyi yolu bazı temel değişiklikler yapmak. Bu şekilde bakıldığında yaşanan kariyer ikilemi, olumsuz durumu olumlu hale çevirmek için bir güç olabiliyor.

Yanlış meslek seçimi
40’lı yaşlar krizi genelde orta yaşlarında olan çalışan kişilerin kendi kariyerlerine bakıp tatminsiz olduklarını farketmeleriyle başlıyor. Eskisi gibi yaptıklarınızdan keyif almıyorsanız, işe aynı hevesle gitmiyorsanız, sorumluluklarınızdan kaçıyor ya da sorumluluklarınızı hiç yerine getirmiyorsanız, depresif bir ruh halindeyseniz 40’lı yaşlar krizindesiniz demektir. Türk toplumunda bu kriz çok yaygın. Sebepleri de değişik. Bunlardan bir tanesi çoğu kişinin çevre baskısından dolayı ’popüler’ olarak kabul edilen meslekleri seçmesi. Nedir bu meslekler? Mühendis, doktor, işletmeci… Ailelerin her zaman çocuklarının olmaları istediği meslekler yani. Bilerek ya da bilmeyerek çocuklarını bu meslekleri yapma konusunda zorluyorlar. Benim oğlum mühendis olacak, benim kızım doktor olacak da yaşlandığımızda bize bakacak… Tabii toplumsal olarak cinsiyetlere yüklenen meslekler yüzünden istediği işi yapamayanların sayısı hiç de az değil. Psikoloji okumak isteyip de erkek adam psikolog olmaz diyen bir aile yüzünden işletme okuyan ve bu işi yapanlar, benzer bir durum olarak erkek adam dansetmez ya da kadından şoför mü olurmuş diyerek sevdikleri, yapmak istedikleri mesleklerden uzaklaştırılan çok insan var.

Aile baskısı kriz nedeni
Çalışanları 40’lı yaşlar krizine iten bir başka neden ise sınav sistemi. Birçok genç üniversite sınavından sonra tercih yaparken değişik bölümler yazarak listelerini doldurmaya çalışıyorlar. Bazen de bu listelere nasıl olsa buraya giremem diye düşünülerek yazılan bölümler giriyor. Veya aile, çevre baskısı nedeniyle istemediği branşları yazıyorlar. Sonra bir bakıyorlar ki doktor olmak isterken mühendislik diplomasını almışlar. Yılların birikimi, isteksizliği ve memnuniyetsizliği büyüyor ve kişiyi bunalıma sokuyor. Bazen de 40’lı yaşlar krizini yaşayan kişiler seneler boyu aynı tarz işi yaptıklarından ya da iş imkanlarının kısıtlılığından dolayı iş değiştirmediklerinden mutsuz bir şekilde çalışmaya devam ediyorlar. Bu da onları zaman içinde bunalıma sokuyor.

İş Psikoloğu Selin Ucal, mavi yakalılarda en çok karşılaştığı noktanın işten memnun olmadıkları halde ’ekmek parası’ nedeniyle çalışmak zorunda kalmaları olduğunu söylüyor. Genelde her zaman yaşadıkları bu bunalım ya da kriz özellikle orta yaşlara gelindiğinde kendini daha da fazla belli ediyor. Çünkü hayatlarında yaşanan koşuşturma, yaşam tarzı, aile kurma, çocuğu büyütme derken herşeyin oturması kırklı yaşları buluyor. Hayatlarına dönüp baktıklarında ise ailelerini kurmuşlar, çocuklarını belli bir yaşa getirmişler. Kendilerini dinlemeye, kendilerine vakit ayırmaya ancak zaman bulmuşlar. Ucal, kariyer krizi yaşayanlarla ya da kendisine bu nedenden dolayı gelmiş kişilerle yaptığı terapilerde yaşadıkları krizin ya da bunalımın sadece kariyerlerinden, işlerinden kaynaklanmadığını, yaşadıkları başka türlü mutsuzlukları işlerine bağladıkları sonucunu çıkarttığını söylüyor. “Mesela kişi mutsuz bir evlilik yaşıyor ama bunu kabul etmiyor, işine yansıtıyor ya da çok sevdiği birini kaybetmiş, fakat bu olumsuz durumu kariyerine yansıtıyor olabilir. Yani neden ve niçinleri iyi irdelemek ve kişilerin tüm hayatına ayna tutmak lazım.”

İşine olan ilgisi azalıyor

Ucal, 40’lı yaşlar krizi/bunalımı yaşayan kişilerde genelde yaptıkları şeyin içinde bulundukları durumun neden ve niçinlerini iyice araştırdıktan sonra kişiye iş hayatına dair yeni hedefler, amaçlar kazandırmak, yenilikleri, farklı opsiyonları araştırarak şu anki hayat şartlarına en uygun en iyi seçenekleri görmelerini sağlamak olduğunu söylüyor.
Önce işine bakışta negatif düşünceler sonra sabahları işe zorla kalkıp gitmeler, işi düşündükçe hiçbir heves mutluluk hissetmeme… Bunlar dönem dönem görülebilecek şeyler olsa da bu tip hisler, düşünceler zaman geçtikçe artıyorsa, işteki yaratıcılık, ilgi ve alakada azalma varsa, ek olarak iş ortamında kendini kötü hissediyorsa bunlardan 40’lı yaşlar krizi yaşadığı sonucu çıkarılabilir. Böyle durumlarda kişinin işi ve hayatını tekrardan değerlendirmesi gerekiyor.
Krizin üstesinden gelmek için öncelikle sorunun masaya yatırılması ve detaylı olarak ele alınması gerekiyor. Bunu yaparken de uzman bir kişinin desteği, objektif bir bakış açısı yakalamak için yardımcı olacaktır. Sonrasında kişinin ne yapmak istediği belirlenmeli. İşini mi değiştirecek yoksa işiyle ilgili farklı bir yapılanmaya mı gidecek? Şu anki yaşantısına, bilgi, beceri ve tecrübelerine uygun iş imkanları neler? Bu gibi soruların cevaplarını bulmak, plan program yapmak, iş hayatına yönelik yeni hedefler koymak bu durumun üstesinden gelmeyi kolaylaştıracaktır. Bir başka önemli konu ise kişinin yaşadığı durumun gerçekten 40’lı yaşlar krizi mi yoksa hayatındaki bir mutsuzluktan dolayı yaşadığı bir depresyon hali mi bunu belirlemek gerekir.

Vaka örneği
43 yaşında bir erkek. Aile işinin başına geçmiş. Yurtdışında işletme okuduktan sonra ailesinin baskısı ile mezun olur olmaz aile işleri olan tekstil alanında çalışmaya başlamış. Sürekli işe gitmemek için bahane uyduruyor, işe gitse bile odasına kapanıyor, kimse ve hiçbir işle ilgilenmiyor, ilgilense bile yanlış kararlar alıyormuş. Bunlar da yetmez gibi birlikte çalıştığı akrabalarıyla da sürekli tartışma içine giriyormuş. Tabii bu durum eşi ve çocuğuyla olan ilişkilerine de yansımış. Sürekli mutsuz, depresif, hayata ve çevresine karşı agresif bir tutum içinde olan bir adam haline gelmiş.
Terapilerde sorunun tüm detaylarını konuşmuşlar, ’eğer aile baskısı ve işi olmasaydı ne yapmak isterdi’ konusunu ele almışlar. Adam hayallerini anlatmış, birlikte kişilik yapısını irdelemişler, hayattan beklentilerini ve sorumluluklarını derinlemesine konuşmuşlar. Böyle bir konumda olan birinin hassas olduğu birkaç nokta var. Aile işinin içinde olması nedeniyle ailevi ilişkilerin önemi. Birlikte iş yaptığı akrabalarını yüz üstü bırakmama isteği. Bir diğer konu da evli ve okul çağında olan bir çocuğu olması nedeniyle onlara şimdiye kadar yaşattığı yaşam standartlarının değişmesinden korkması. Psikoloğu ile yaptıkları seanslar sonrasında avukat olmak istediği ortaya çıkmış. Etrafındakileri kırmadan, incitmeden kendi hayalini nasıl gerçekleştireceğinin yollarını aramışlar. Sonunda da bir çözüm yolu bulmuşlar:
Yarı zamanlı aile işine devam edilecek, kalan zamanda da hukuk eğitimine başlanacaktı. Bu karar, aile toplantısı yapılarak açıklandı. Tabii önce nedenler sıralanarak. Zaten arkadaşları, ailesi, özellikle de eşi içinde bulunduğu depresif durumun farkındaydı ve herkes adamın aldığı bu karara saygı duydu. Birlikte çalıştığı akrabaları ilk başta yarı zamanlı olarak devam edeceği aile işinde başarılı olamayacağını düşünseler de bu karara karşı çıkmadılar. Fakat korktukları gibi olmadı ve hem iş hem de eğitimdeki yükselen performansıyla ne kadar doğru bir karar verdiği ortaya çıktı.

Erken müdahale önemli

Ucal, hastalarına sorunun ne, neden, nasıl ve ne zaman olduğunu saptadıktan sonra ilgi alanlarını, becerilerini, hayal ve hedeflerini kişilik yapılarını da göz önünde tutarak hedef belirlemelerine yardımcı olduğunu söylüyor. 40’lı yaşlar krizini önlemenin en ideal yolu öğrencilerin üniversite hazırlığına başlamadan, meslek seçimi yaparken kişiliklerine, çevre ve koşullara ayna tutmaları. Seçecekleri meslek ile becerileri uyum sağlıyor mu araştırılması gerekiyor. Hatta seçeceği meslek dalını yapanlarla konuşmak ve iş alanlarının araştırılması da çok önemli. Bu araştırmalar ne kadar erken yapılırsa uzun vadeli ve devamlı mutluluk, huzur ve başarı elde etme şansı o kadar artıyor.

Erkeklerde daha sık görülüyor
Türkiye’de bu kriz daha çok erkeklerde görülüyor. Çünkü erkekler üzerinde belirtilen meslek dallarını yapmaya yönelik daha büyük bir baskı var. Örneğin spor, sanat ve müzik alanları ve sosyal dallardaki mesleklere yönelik ilgisi olan erkeklere teşvik ve destek az. Aynı zamanda erkekler üzerindeki para kazanma baskısı kadınlara oranda daha fazla. Bu nedenler erkekler gönüllerinde yatan meslek dalları yerine daha çok para kazanacakları meslekleri seçmek zorunda kalıyorlar. Selin Ucal bu krize yakalananlara daha çok işletme okuyup o alanda kariyer yapanlarda rastladığını söylüyor. Ya da hazırda olduğu için aile işlerine mecburen girenlerde…

Kariyer krizi dönemini rahat atlatmak için
Uzmanların, bu önemli merhaleyi “kazasız belasız” atlatmak için çalışanlara 3 temel önerisi var. Şu üç hayati soruyu mümkün olduğunca dürüst ve gerçekçi şekilde cevaplamaya çalışın:
Ne yapmak istiyorum?
Hedef: “Başka alanlarda” işe yarar artılarınızı belirlemek
Tam zamanıdır. Yaklaşık 20 yıldır çalıştığınızı düşünürsek, neyi nasıl yaptığınızı, neyi becerip neyi beceremediğinizi, çalışma hayatının ne olduğunu iyi biliyorsunuz. Güçlü yanlarınızı, tecrübelerinizi kağıda dökün. Bu tavsiyeyi belki yüzlerce kez duymuşsunuzdur ama denemeden faydalarını da bilemezsiniz. Kağıdın bir tarafına işinizle ilgili sevdiğiniz şeyleri yazın. Bir tarafa da hoşlanmadığınız şeyleri… Bu da sizi neyin mutlu ettiğini ve neyin mutlu etmediğini görmenizi sağlayacak. Kısa ve uzun vadeli hedeflerinizi de yazın. Bu da ideal işinizi yaratmak için büyük bir avantaj olacaktır. Mükemmele ulaşamasanız bile epey yaklaşmış olursunuz. Hedef Amerikalılar’ın “transferable skills” dediği “başka alanlarda değerlendirebileceğiniz” artılarınızı ortaya çıkarmak. Böylece, iyi bir ara-kariyer formasyonuyla başka bir alan(d)a sıçrayabilirsiniz.
Kimim ben?
Hedef: Kimliğinizle uyumlu bir yaşam tarzı yakalamak
Bu yaş dönemecinin bir “anlam(sızlık) krizi” olduğu söylenir. Yani çalışanlar “Benim yapmak istediğim gerçekten bu mu? Yaşamak istediğim hayat bu mu?” diye sorgularlar. 40-45 yaş bu sorgulama için iyidir çünkü hem hayatı, hem de kendinizi tanımaya zamanınız olmuştur; ve önünüzde daha (çalışacak) ve yaşayacak yeterli zaman vardır. İnsan bu sorgulama için 20’sinde çok genç ve tecrübesizdir. 40-45 yaşındaki “siz”le işiniz arasındaki uyum ve uyumsuzluklar bu sorgulamada ortaya çıkacaktır.
Bilançom ne gösteriyor?
Hedef: Karar vermek
Yukarıdaki soruları cevapladıktan, düşünüp taşındıktan sonra, aynı yolda ilerlemeye devam etme kararı veren çok oluyor, diyor uzmanlar. Diğerleri hayatlarında değişiklik yapmaya karar veriyorlar. Aynı uzmanlar “Çıkmaz bir yola girmemek için, bize danışanlara ’kendileriyle teması kaybetmemelerini’ yani eskisinden çok radikal bir farka gitmemelerini, çok büyük değişikliklere kalkışmamalarını öneriyoruz” diyorlar. Yıllarca danışman olarak çalıştıktan sonra, bir büyük şirkete yönetici olan bir çalışanı örnek veriyorlar: “Burada tehlike, kendini olması gereken yerde hissetmemektir.”
Özetle: 40-45 yaşında yeni bir başlangıç yapılabilir mi? Evet, çok başarılı bir yeni başlangıç yapılabilir. Ama çok iyi hazırlanıp, kararından yüzde 100 emin olmak kaydıyla.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Eşler arasında Iş ve Maaş Yarışı

Eşler arasında Iş ve Maaş Yarışı
17 Ocak 2011

Kıskançlık da aslında sevgi, özlem, üzüntü gibi herkesin içinde var olan hislerden biri. İş hayatında çok yaygın. Kimi zaman çevremizdekilerin maaşını, kimi zaman yaptığı işi kıskanırız. Sadece iş arkadaşları değil eşler bile birbirlerinin işlerini kıskanabiliyor zaman zaman. Daha yüksek maaş, daha iyi statü, çiftler arasında problemlerin çıkmasına neden olabiliyor.

45 yaşında kurumsal bir firmada yıllardır üst düzey yönetici olan bir iş adamı bunalımda olduğu düşüncesi ile terapiye başlıyor. İçinde bulunduğu negatif durumun nedenleri irdelendiğinde anlaşılıyor ki, bunalımın asıl kaynağı 12 senedir evli olduğu eşinin durumu; iyi bir eğitime sahip olmasına rağmen 1 sene öncesine kadar hiç çalışmayan eşinin birden çalışmaya karar verip kendi danışmanlık işini kurması, çok da başarılı olup iyi paralar kazanması... Bu durumdan her ne kadar mutlu olduğunu ve eşi ile gurur duyduğunu belirtse bile zaman içinde aslında kendisinin eşi ile ilgili daha farklı negatif düşünceler içinde olduğu ortaya çıkıyor. Danışan zamanla aslında kendisini çok yetersiz hissettiğini, eşinin artık ona muhtaç olmamasından dolayı endişeli olduğunu kabul ediyor. Aynı zamanda en başlarda eşini küçümseyip içten içe başarısız olacağını düşünmesine rağmen, kısa sürede bu kadar başarılı olduğu gerçeğinin de onu çok etkilediğini vurguluyor. Eşi ile de ayrı ve ortak terapilere başlanıyor. Ve görülüyor ki kadının da aslında işe başlama nedeni, içten içe kocasının ona maddi konularda baskı yaptığına ve hatta bazen ev kadını olduğundan dolayı onu aşağıladığına inanması ve kendini ispat etme ihtiyacı duymasıdır.
Bu sadece bir örnek, kıskançlığın pek çok farklı türü var. Bir arkadaşım ve eşi aynı şirkette fakat farklı şubelerde çalışıyorlardı. Eşi birkaç ay önce rakip firmalardan birine transfer oldu. Arkadaşım şimdi sürekli olarak, “Hiçbir iş yapmıyor, benden çok daha fazla para kazanıyor” diye içten içe eşini kıskanmaya ve sürekli şikayet etmeye başladığını itiraf ediyor.
Kariyer yapmış çiftlerde sık görülüyor
Kıskançlık, çoğumuzun yaşamını etkileyen rahatsız edici duygulardan biri. İş dünyasında kıskançlığa çok sık rastlıyoruz. Bir de eşlerin birbirini kıskanma durumu var. Eşlerin birbirlerini duygusal olarak kıskanmasından değil, birbirlerinin mesleklerini, işlerini kıskanmalarından bahsediyoruz. Kariyer yapmış çiftlerde sıklıkla kıskançlığa rastlanabiliyor. Günümüzde, erkekler kadar kadınların da iş hayatında önemli pozisyonlarda, prestijli işlerde çalışması nedeniyle çiftlerde, karı- koca arasında kıskançlıkların yaşandığı görülüyor. Özellikle, kadın eşinden daha çok kazanıyorsa veya daha yüksek bir statüdeyse zaman içinde bu durum ilişkilerinde sorun oluşturabiliyor.
Uzman Psikolog Selin Uçal, böyle durumlarda erkeğin özgüven ve değer algısı ile kadının eşine yaklaşımının çok büyük önem taşıdığını düşünüyor: “Eğer kadın da eşinin işini maddi açıdan daha az kazandığı için küçümsüyorsa erkeğin de bu konuya negatif tutum içerisinde olması çok normal. Önemli olan ilişkilerde iş hayatının getirisi olan maddi konuların çiftler tarafından iyi belirlenmesi. Birbirlerine iş hayatında destek olmaları, takdir etmeleri, gerektiğinde yardım edip yönlendirmeleri önemli. Şayet bir taraf maddi konuları karşı tarafı kontrol etme amaçlı kullanıyor ise bu ilişkilerde çok büyük sorunlara temel oluşturabilir.”
Hayatın müşterek olduğunu, kadının da erkek kadar artık iş hayatında aynı konumlarda olup başarıları elde edebileceği, iyi para kazanabileceği gerçeğini kabullenmek gerekir diyor Uçal: “Her şeyde olduğu gibi kişi iş hayatında karşılaştırmaları, rekabeti ne başka kişilerle ne de eşi ile yapmalı. Sadece kendisi ile bunu gerçekleştirirse iş hayatında, arkadaşlıklarında ve özel hayatında kıskançlık duygusuna çok fazla kapılmaz ve kendisini daha mutlu, huzurlu ve iyi hisseder.”
Kadınlar daha kıskanç
İşyerinde de sürekli olarak birilerinin maaşını, işini, pozisyonunu kıskanıyoruz. İlk bakışta kötü bir özellik gibi görünse de kıskançlık hem işte hem evde fırsata çevrilebilir. Kıskançlık kararında olduğunda çalışanın motivasyonunu ve performansını artırırken fazlası hem şirkete hem çalışana hem de çalışanın arkadaşlarına olumsuz yansıyor. Uçal, bu durumun iletişim bozukluklarına, gerginliğe ve uzun vadede çalışma ortamında kaosa neden olabileceğini belirtiyor: “Kıskançlık çoğu zaman rekabetin olduğu ortamlarda görülüyor. Kişi, başka bir iş arkadaşıyla girdiği mücadeleyi kaybettiği anda kıskançlık duygusunu hissedebiliyor. Yapılan araştırmalar, rekabet duygusundan kaynaklanan kıskançlığın kadınlarda, erkek çalışanlardan daha fazla olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni, erkeklerin rekabetçi ortama daha alışkın olup bu duygu ile nasıl baş edebileceklerini bilmeleri. Oysa kadınlar iş hayatındaki rekabetçi ortamdan çok, sosyal hayatlarında yaşayacakları tehditlere daha açıklar ve farkındalıkları var.”

Buna ek olarak, işyerinde yapılan taraf tutmalar da çalışanların kıskançlığa kapılmasına neden olabiliyor. Örneğin, patronun özellikle çalışanlardan birisine yönelik aşırı ilgisi, özel görevlerde onu tercih etmesi, önemli ve kritik işleri sürekli aynı kişiye vermesi, zaman geçirmesi, danışması diğer çalışanların kıskançlık duygusuna kapılmalarına neden oluyor.

Uçal, çok sık rastlanan bir örneği anlatıyor: “Başka bir kıskançlık nedeni ise terfi beklentisindeki çalışanlarda görülüyor. Bu terfi potansiyel adaylar dışında yeni işe alınan bir kişiye verilirse kıskançlık olabiliyor. Özellikle de bu yeni gelen kişi gerek yetkinlikleri gerek yaşı gerekse dış görünüşü açısından kendilerinden üstün ise.”
Aşırı hırslılar kıskançlığa daha açık
İş yerlerinin hassas dengelerin olduğu yerler olduğunu belirten Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, herhangi bir pozisyonda çalışan bir kişinin hem iyi performans göstermek, enerjik olmak, hem de bunları bir dengede tutmak zorunda olduğunu belirtiyor: “Zira aşırı hırslı görünen ve başarıya endekslenmiş kişiler kıskançlığa daha açık. Bu durum, özellikle, alt-üst ilişkilerinde görülüyor. Herkesin öncelikli ve temel ihtiyacı kendi yerini korumak ve savunmak olduğundan, altındaki kişinin başarıları, kazançları, üst pozisyonda çalışan birisinde bir tehdit algısı yaratabilir.”
Kıskançlığın, hiyerarşik yapılanmanın ve görev derecelendirmelerinin bulunduğu kurumsal şirketler-de daha sık görüldüğünü ifade eden Yılmaz, bu tür şirketlerde çalışanların başarı ve performansının sık sık ölçümlendiğini, değerlendirildiğini ve bu durumun da çalışanların kendilerini çalışma arkadaşlarıyla kıyaslamasına neden olduğunu söylüyor. Böylelikle, çalışanlar arasında rekabet de kaçınılmaz oluyor.

Çalışan kişilerin, genellikle kıskançlık duygularını ifade etmediğini, bunun ayıplanacağını düşündüklerini belirten Yılmaz, bu duyguların herkesin içinde olduğunu söylüyor: “Kişiler, böyle hissettiklerini kendilerine bile itiraf edemezler bazen. Bu kişiler kıskançlık duygularını yok saymak yerine kendi içinde kabullenirse, bundan sonraki adımlarını daha iyi yönetebilirler. Örneğin, kendisiyle aynı düzeydeki bir iş arkadaşının terfi aldığını öğrenen bir kişi, o kişiye karşı kıskançlık hissedebilir, ancak bu duygunun kendi içinde büyümesine izin vermek yerine, kabullenip, bunun normal bir reaksiyon olduğunu kendi kendine telkin edebilir. Sonrasında yöneticisine gidip, kendi performansıyla ilgili geribildirimler isteyebilir, başarısını artırmak için somut olarak neler yapabileceğini sorabilir. Böylelikle, hem duygusunun ona zarar vermesini önlemiş olur hem de işi üzerinde daha kontrollü hisseder ve genel anlamda kaygısını azaltmış da olur.” Yılmaz, işyerinde kıskançlığın zararlı boyutlara ulaşmasını engellemek için, yöneticilerin, çalışanlarının her birine eşit mesafede olması ve herkesin ihtiyaçlarının, taleplerinin dikkate alındığı bir zemin hazırlaması gerektiğini söylüyor.

Eğitim düzeyi yüksek kişilerde daha sık görülüyor
Selin Uçal, işyeri kıskançlığı konusunda literatür incelemesi yapıldığında Notre Dame Univeristesi profesörlerinden R. Vecchio’nun çalışmalarına göre çalışanların yüzde 77’sinin işyerinde kıskançlık çektiğini söylüyor: “Bu araştırmaya göre, iş yeri kıskançlıklarının en önemli nedenlerinden biri, çalışanlar arasında ayrımcılık olarak saptanmış. Buna ek olarak, kadınlar özellikle kendilerinden daha alımlı bir kadın işe alındığında kıskançlık hissediyor. Aynı zamanda, kıskançlık olgusu küçük ölçekli şirketlerde, 30’lu yaş grubunda, eğitim düzeyi yüksek kişilerde daha
çok rastlanmış.”

Kıskandığınız kişiyi tanımaya çalışın
Kıskançlık neden kaynaklanıyor dendiğinde ortaya çıkan en önemli nedenler kişinin özgüven eksikliği, özdeğer algısının zayıflığı, sürekli olarak kendisini başkaları ile karşılaştırması, kaybetme korkusu sıralanıyor. Peki kıskançlığı nasıl önleyebiliriz? Uçal, şunları tavsiye ediyor:

- İlk kural, her sorunu çözmenin de altın kuralı olan kabul etmektir. Kıskançlık hissettiğini kabullenmek ve farkına varmak.
- Neden bu duygunun yaşanıldığını analiz etmek ve daha sonrasında bu nedenleri irdelemek ve nasıl çözebileceğini düşünmek gerekiyor. Bu noktada kişi kendisine ve çevresindekilere dürüst olmalı.
- Özgüven artırıcı şeyler yapmalı. Özellikle kişi kendisinin iyi, kuvvetli olduğu özelliklerini düşünüp bunlara odaklanmalı ve kıskançlığa sebep olan kişi veya olaydan ilgisini başka şeylere kanalize etmeli. Örneğin, hobilerine zaman ayırabilir, spor ve sanatla uğraşabilir. Daha doğrusu, kendisini iyi hissettiren şeyleri yapmalı.
- Olanak varsa yöneticilerine durumu aktarmalı; hatta kıskançlık duyduğu kişiyi daha yakından tanımak için zaman harcamalı. Böylelikle kişinin aklında oluşan soru işaretleri cevap bulabilir.
İşle ilgili kıskançlıkla nasıl baş edebilirsiniz?
- İşyerindeki ilişkilerinizi profesyonel seviyede tutun. Hakaretler savurmak ve insanlara isim takmak çok ilgi çekici olsa da, bu davranışlar profesyonelliğinize leke sürmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca bu davranışlar diğer insanların kıskançlıklarını da perçinler. Davranışlarınızı ve vücut dilinizi hep kontrol altında tutun ve çocukça davranışlardan uzak durun. Kıskanç meslektaşlarınızı muhattap almaktan kaçınmak düşmanlıklarınızı da azaltır.
- Motivasyonunuzu kaybetmemek için, etrafınızı pozitif çalışma arkadaşlarınızla çevirin. Güçlü bir destek sistemi yaratmak, izole edilmişlik ve dışlanmışlık hislerini azaltır. Ayrıca iş arkadaşlarınızı açıkça düşmanca davranmaktan da caydırır. Mesela bir anda çok fazla görev binmesi ya da küçümseyici imalar gibi. Düzgün iş arkadaşları bulmanız için işyerindeki başka departmanlara da uğramanız gerekebilir. Dolaylı ya da doğrudan olarak kıskançlıktan kaynaklanan dedikodu yapmaktan uzak durun, çünkü bu sizi profesyonel göstermeyecektir.
- Sinir eden davranışlarınızı belirlemek için kendinizi gözden geçirin. Size yönelik tüm kıskanç davranışları önlemeniz mümkün olmayabilir ama tahmin edilebilecek tuzakları da ekarte etmenizi sağlar. Örneğin yeni terfinizle ilgili, bu terfiyi alamamış bir meslektaşınıza övünmek, gerginliği daha da artırır. Ya da gayri ihtiyari olarak eşinizin ve ev hayatınızın ne kadar mükemmel olduğunu anlatmak da bastırılmış kıskançlıkları perçinleyebilir.
- İşyerindeki performans hedeflerinize odaklanın. Enerjinizi yapıcı aktivitelere yöneltmek, dikkatinizin dağılmamasını sağlar. İşlerinizi düzgün şekilde yapmak, yeteneksiz olduğunuza ya da patronla fazla yakın olduğunuza dair dedikoduların da azalmasını sağlar. Eğer üstleriniz size karşı kıskançlık ediyorsa, işle ilgili sorumluluklarınızı örnek şekilde bitirmek özellikle önemlidir.
- Kıskanç iş arkadaşlarınızla açık bir dille yüzleşin. Bu tip yüzleşmelerden hoşlanmasanız bile, açık bir iletişim bazen negatif hislerin azalmasını sağlar. Bir iş arkadaşınıza sıkıntılarını anlatma fırsatı vermek, her ikinizin de geçmişte yaşanan şeyleri geride bırakmanızı sağlayacaktır. Yaklaşımınızı karşıdakinin kişiliğine ve işyerindeki ilişkinize göre belirleyin. Arkadaşınızın kişiliğine göre farklı yaklaşın. Bir meslektaşınıza durduk yerde öğle yemeği teklifinde bulunmak, daha iyi bir iş ilişkisi yaratabilir.

Öneri: İş dışındaki bir arkadaşınızla iş sorunlarınızdan bahsetmek stresinizi azaltabilir. İş yerinde verilen rehbere danışarak, uygun stratejileri belirleyebilirsiniz. İnsan kaynakları departmanından iş yerindeki sorununuza aracılık etmesini isteyebilirsiniz.

Uyarı: Karşınızdakini kıskançlıkla suçlamaktan uzak durun. Böyle bir davranış sizi paranoyak gösterebilir.

'İŞ'TE KISKANÇLIK DOSYASI...

'İŞ'TE KISKANÇLIK DOSYASI...



Kıskançlık da aslında sevgi, özlem, üzüntü gibi herkesin içinde var olan hislerden biri. İş hayatında çok yaygın. Kimi zaman çevremizdekilerin maaşını, kimi zaman yaptığı işi kıskanırız. Sadece iş arkadaşları değil eşler bile birbirlerinin işlerini kıskanabiliyor zaman zaman. Daha yüksek maaş, daha iyi statü, çiftler arasında problemlerin çıkmasına neden olabiliyor.

45 yaşında kurumsal bir firmada yıllardır üst düzey yönetici olan bir iş adamı bunalımda olduğu düşüncesi ile terapiye başlıyor. İçinde bulunduğu negatif durumun nedenleri irdelendiğinde anlaşılıyor ki, bunalımın asıl kaynağı 12 senedir evli olduğu eşinin durumu; iyi bir eğitime sahip olmasına rağmen 1 sene öncesine kadar hiç çalışmayan eşinin birden çalışmaya karar verip kendi danışmanlık işini kurması, çok da başarılı olup iyi paralar kazanması... Bu durumdan her ne kadar mutlu olduğunu ve eşi ile gurur duyduğunu belirtse bile zaman içinde aslında kendisinin eşi ile ilgili daha farklı negatif düşünceler içinde olduğu ortaya çıkıyor. Danışan zamanla aslında kendisini çok yetersiz hissettiğini, eşinin artık ona muhtaç olmamasından dolayı endişeli olduğunu kabul ediyor. Aynı zamanda en başlarda eşini küçümseyip içten içe başarısız olacağını düşünmesine rağmen, kısa sürede bu kadar başarılı olduğu gerçeğinin de onu çok etkilediğini vurguluyor. Eşi ile de ayrı ve ortak terapilere başlanıyor. Ve görülüyor ki kadının da aslında işe başlama nedeni, içten içe kocasının ona maddi konularda baskı yaptığına ve hatta bazen ev kadını olduğundan dolayı onu aşağıladığına inanması ve kendini ispat etme ihtiyacı duymasıdır.

Bu sadece bir örnek, kıskançlığın pek çok farklı türü var. Bir arkadaşım ve eşi aynı şirkette fakat farklı şubelerde çalışıyorlardı. Eşi birkaç ay önce rakip firmalardan birine transfer oldu. Arkadaşım şimdi sürekli olarak, "Hiçbir iş yapmıyor, benden çok daha fazla para kazanıyor" diye içten içe eşini kıskanmaya ve sürekli şikayet etmeye başladığını itiraf ediyor.

Kariyer yapmış çiftlerde sık görülüyor
Kıskançlık, çoğumuzun yaşamını etkileyen rahatsız edici duygulardan biri. İş dünyasında kıskançlığa çok sık rastlıyoruz. Bir de eşlerin birbirini kıskanma durumu var. Eşlerin birbirlerini duygusal olarak kıskanmasından değil, birbirlerinin mesleklerini, işlerini kıskanmalarından bahsediyoruz. Kariyer yapmış çiftlerde sıklıkla kıskançlığa rastlanabiliyor. Günümüzde, erkekler kadar kadınların da iş hayatında önemli pozisyonlarda, prestijli işlerde çalışması nedeniyle çiftlerde, karı- koca arasında kıskançlıkların yaşandığı görülüyor. Özellikle, kadın eşinden daha çok kazanıyorsa veya daha yüksek bir statüdeyse zaman içinde bu durum ilişkilerinde sorun oluşturabiliyor.

Uzman Psikolog Selin Uçal, böyle durumlarda erkeğin özgüven ve değer algısı ile kadının eşine yaklaşımının çok büyük önem taşıdığını düşünüyor: "Eğer kadın da eşinin işini maddi açıdan daha az kazandığı için küçümsüyorsa erkeğin de bu konuya negatif tutum içerisinde olması çok normal. Önemli olan ilişkilerde iş hayatının getirisi olan maddi konuların çiftler tarafından iyi belirlenmesi. Birbirlerine iş hayatında destek olmaları, takdir etmeleri, gerektiğinde yardım edip yönlendirmeleri önemli. Şayet bir taraf maddi konuları karşı tarafı kontrol etme amaçlı kullanıyor ise bu ilişkilerde çok büyük sorunlara temel oluşturabilir."

Hayatın müşterek olduğunu, kadının da erkek kadar artık iş hayatında aynı konumlarda olup başarıları elde edebileceği, iyi para kazanabileceği gerçeğini kabullenmek gerekir diyor Uçal: "Her şeyde olduğu gibi kişi iş hayatında karşılaştırmaları, rekabeti ne başka kişilerle ne de eşi ile yapmalı. Sadece kendisi ile bunu gerçekleştirirse iş hayatında, arkadaşlıklarında ve özel hayatında kıskançlık duygusuna çok fazla kapılmaz ve kendisini daha mutlu, huzurlu ve iyi hisseder."

Kadınlar daha kıskanç
İşyerinde de sürekli olarak birilerinin maaşını, işini, pozisyonunu kıskanıyoruz. İlk bakışta kötü bir özellik gibi görünse de kıskançlık hem işte hem evde fırsata çevrilebilir. Kıskançlık kararında olduğunda çalışanın motivasyonunu ve performansını artırırken fazlası hem şirkete hem çalışana hem de çalışanın arkadaşlarına olumsuz yansıyor. Uçal, bu durumun iletişim bozukluklarına, gerginliğe ve uzun vadede çalışma ortamında kaosa neden olabileceğini belirtiyor: "Kıskançlık çoğu zaman rekabetin olduğu ortamlarda görülüyor. Kişi, başka bir iş arkadaşıyla girdiği mücadeleyi kaybettiği anda kıskançlık duygusunu hissedebiliyor. Yapılan araştırmalar, rekabet duygusundan kaynaklanan kıskançlığın kadınlarda, erkek çalışanlardan daha fazla olduğunu gösteriyor. Bunun nedeni, erkeklerin rekabetçi ortama daha alışkın olup bu duygu ile nasıl baş edebileceklerini bilmeleri. Oysa kadınlar iş hayatındaki rekabetçi ortamdan çok, sosyal hayatlarında yaşayacakları tehditlere daha açıklar ve farkındalıkları var."

Buna ek olarak, işyerinde yapılan taraf tutmalar da çalışanların kıskançlığa kapılmasına neden olabiliyor. Örneğin, patronun özellikle çalışanlardan birisine yönelik aşırı ilgisi, özel görevlerde onu tercih etmesi, önemli ve kritik işleri sürekli aynı kişiye vermesi, zaman geçirmesi, danışması diğer çalışanların kıskançlık duygusuna kapılmalarına neden oluyor.

Uçal, çok sık rastlanan bir örneği anlatıyor: "Başka bir kıskançlık nedeni ise terfi beklentisindeki çalışanlarda görülüyor. Bu terfi potansiyel adaylar dışında yeni işe alınan bir kişiye verilirse kıskançlık olabiliyor. Özellikle de bu yeni gelen kişi gerek yetkinlikleri gerek yaşı gerekse dış görünüşü açısından kendilerinden üstün ise."

Aşırı hırslılar kıskançlığa daha açık
İş yerlerinin hassas dengelerin olduğu yerler olduğunu belirten Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, herhangi bir pozisyonda çalışan bir kişinin hem iyi performans göstermek, enerjik olmak, hem de bunları bir dengede tutmak zorunda olduğunu belirtiyor: "Zira aşırı hırslı görünen ve başarıya endekslenmiş kişiler kıskançlığa daha açık. Bu durum, özellikle, alt-üst ilişkilerinde görülüyor. Herkesin öncelikli ve temel ihtiyacı kendi yerini korumak ve savunmak olduğundan, altındaki kişinin başarıları, kazançları, üst pozisyonda çalışan birisinde bir tehdit algısı yaratabilir."

Kıskançlığın, hiyerarşik yapılanmanın ve görev derecelendirmelerinin bulunduğu kurumsal şirketler-de daha sık görüldüğünü ifade eden Yılmaz, bu tür şirketlerde çalışanların başarı ve performansının sık sık ölçümlendiğini, değerlendirildiğini ve bu durumun da çalışanların kendilerini çalışma arkadaşlarıyla kıyaslamasına neden olduğunu söylüyor. Böylelikle, çalışanlar arasında rekabet de kaçınılmaz oluyor.

Çalışan kişilerin, genellikle kıskançlık duygularını ifade etmediğini, bunun ayıplanacağını düşündüklerini belirten Yılmaz, bu duyguların herkesin içinde olduğunu söylüyor: "Kişiler, böyle hissettiklerini kendilerine bile itiraf edemezler bazen. Bu kişiler kıskançlık duygularını yok saymak yerine kendi içinde kabullenirse, bundan sonraki adımlarını daha iyi yönetebilirler. Örneğin, kendisiyle aynı düzeydeki bir iş arkadaşının terfi aldığını öğrenen bir kişi, o kişiye karşı kıskançlık hissedebilir, ancak bu duygunun kendi içinde büyümesine izin vermek yerine, kabullenip, bunun normal bir reaksiyon olduğunu kendi kendine telkin edebilir. Sonrasında yöneticisine gidip, kendi performansıyla ilgili geribildirimler isteyebilir, başarısını artırmak için somut olarak neler yapabileceğini sorabilir. Böylelikle, hem duygusunun ona zarar vermesini önlemiş olur hem de işi üzerinde daha kontrollü hisseder ve genel anlamda kaygısını azaltmış da olur." Yılmaz, işyerinde kıskançlığın zararlı boyutlara ulaşmasını engellemek için, yöneticilerin, çalışanlarının her birine eşit mesafede olması ve herkesin ihtiyaçlarının, taleplerinin dikkate alındığı bir zemin hazırlaması gerektiğini söylüyor.

Eğitim düzeyi yüksek kişilerde daha sık görülüyor
Selin Uçal, işyeri kıskançlığı konusunda literatür incelemesi yapıldığında Notre Dame Univeristesi profesörlerinden R. Vecchio'nun çalışmalarına göre çalışanların yüzde 77'sinin işyerinde kıskançlık çektiğini söylüyor: "Bu araştırmaya göre, iş yeri kıskançlıklarının en önemli nedenlerinden biri, çalışanlar arasında ayrımcılık olarak saptanmış. Buna ek olarak, kadınlar özellikle kendilerinden daha alımlı bir kadın işe alındığında kıskançlık hissediyor. Aynı zamanda, kıskançlık olgusu küçük ölçekli şirketlerde, 30'lu yaş grubunda, eğitim düzeyi yüksek kişilerde daha
çok rastlanmış."

Kıskandığınız kişiyi tanımaya çalışın
Kıskançlık neden kaynaklanıyor dendiğinde ortaya çıkan en önemli nedenler kişinin özgüven eksikliği, özdeğer algısının zayıflığı, sürekli olarak kendisini başkaları ile karşılaştırması, kaybetme korkusu sıralanıyor. Peki kıskançlığı nasıl önleyebiliriz? Uçal, şunları tavsiye ediyor:
- İlk kural, her sorunu çözmenin de altın kuralı olan kabul etmektir. Kıskançlık hissettiğini kabullenmek ve farkına varmak.
- Neden bu duygunun yaşanıldığını analiz etmek ve daha sonrasında bu nedenleri irdelemek ve nasıl çözebileceğini düşünmek gerekiyor. Bu noktada kişi kendisine ve çevresindekilere dürüst olmalı.
- Özgüven artırıcı şeyler yapmalı. Özellikle kişi kendisinin iyi, kuvvetli olduğu özelliklerini düşünüp bunlara odaklanmalı ve kıskançlığa sebep olan kişi veya olaydan ilgisini başka şeylere kanalize etmeli. Örneğin, hobilerine zaman ayırabilir, spor ve sanatla uğraşabilir. Daha doğrusu, kendisini iyi hissettiren şeyleri yapmalı.
- Olanak varsa yöneticilerine durumu aktarmalı; hatta kıskançlık duyduğu kişiyi daha yakından tanımak için zaman harcamalı. Böylelikle kişinin aklında oluşan soru işaretleri cevap bulabilir.
İşle ilgili kıskançlıkla nasıl baş edebilirsiniz?
- İşyerindeki ilişkilerinizi profesyonel seviyede tutun. Hakaretler savurmak ve insanlara isim takmak çok ilgi çekici olsa da, bu davranışlar profesyonelliğinize leke sürmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca bu davranışlar diğer insanların kıskançlıklarını da perçinler. Davranışlarınızı ve vücut dilinizi hep kontrol altında tutun ve çocukça davranışlardan uzak durun. Kıskanç meslektaşlarınızı muhattap almaktan kaçınmak düşmanlıklarınızı da azaltır.
- Motivasyonunuzu kaybetmemek için, etrafınızı pozitif çalışma arkadaşlarınızla çevirin. Güçlü bir destek sistemi yaratmak, izole edilmişlik ve dışlanmışlık hislerini azaltır. Ayrıca iş arkadaşlarınızı açıkça düşmanca davranmaktan da caydırır. Mesela bir anda çok fazla görev binmesi ya da küçümseyici imalar gibi. Düzgün iş arkadaşları bulmanız için işyerindeki başka departmanlara da uğramanız gerekebilir. Dolaylı ya da doğrudan olarak kıskançlıktan kaynaklanan dedikodu yapmaktan uzak durun, çünkü bu sizi profesyonel göstermeyecektir.
- Sinir eden davranışlarınızı belirlemek için kendinizi gözden geçirin. Size yönelik tüm kıskanç davranışları önlemeniz mümkün olmayabilir ama tahmin edilebilecek tuzakları da ekarte etmenizi sağlar. Örneğin yeni terfinizle ilgili, bu terfiyi alamamış bir meslektaşınıza övünmek, gerginliği daha da artırır. Ya da gayri ihtiyari olarak eşinizin ve ev hayatınızın ne kadar mükemmel olduğunu anlatmak da bastırılmış kıskançlıkları perçinleyebilir.
- İşyerindeki performans hedeflerinize odaklanın. Enerjinizi yapıcı aktivitelere yöneltmek, dikkatinizin dağılmamasını sağlar. İşlerinizi düzgün şekilde yapmak, yeteneksiz olduğunuza ya da patronla fazla yakın olduğunuza dair dedikoduların da azalmasını sağlar. Eğer üstleriniz size karşı kıskançlık ediyorsa, işle ilgili sorumluluklarınızı örnek şekilde bitirmek özellikle önemlidir.
- Kıskanç iş arkadaşlarınızla açık bir dille yüzleşin. Bu tip yüzleşmelerden hoşlanmasanız bile, açık bir iletişim bazen negatif hislerin azalmasını sağlar. Bir iş arkadaşınıza sıkıntılarını anlatma fırsatı vermek, her ikinizin de geçmişte yaşanan şeyleri geride bırakmanızı sağlayacaktır. Yaklaşımınızı karşıdakinin kişiliğine ve işyerindeki ilişkinize göre belirleyin. Arkadaşınızın kişiliğine göre farklı yaklaşın. Bir meslektaşınıza durduk yerde öğle yemeği teklifinde bulunmak, daha iyi bir iş ilişkisi yaratabilir.
Öneri: İş dışındaki bir arkadaşınızla iş sorunlarınızdan bahsetmek stresinizi azaltabilir. İş yerinde verilen rehbere danışarak, uygun stratejileri belirleyebilirsiniz. İnsan kaynakları departmanından iş yerindeki sorununuza aracılık etmesini isteyebilirsiniz.
Uyarı: Karşınızdakini kıskançlıkla suçlamaktan uzak durun. Böyle bir davranış sizi paranoyak gösterebilir.